Yeni bir eğitim-öğretim yılı siyasal ve toplumsal büyük sorunlar yaşadığımız döneme denk düştü. Halk yoksul ve yoksun! Ekonomik dayanağı, gücü kalmayan toplumun büyük kesimi yaşam kalitesi aramak yerine günü kurtarma derdine düştü/düşürüldü. Hükümet olmayı “devlet olma” olarak anlayan iktidar, eğitim bileşenlerini kısır polemiklerle yoran, palyatif “çözüm” gündemiyle asıl konuşulması gerekeni gölgeleyip unutturmaya çalışan bir “kayıkçı kavgası” dili ve tavrını egemen kılmakta.
Birkaç anımsatma ile yakın tarihimizi yoklayalım. Örneğin kadrolaşma ve yanı başında demoklesin kılıcı “sürgün”; dünün yüzkarası, bugünün “kızağa çekme” aracı. Cumhuriyet döneminin özellikle anti-demokratik, hukuksuz, baskıcı, gerici anlayışının bir ürünü ve “gereksinimi” olarak sürdürülmüş. Devletin değişik kurumlarında ama en çok MEB’de yaşanmıştır büyük sürgünler, kıyımlar. Yazın dünyamızın usta isimleri “sürgün” ü ele alan önemli yapıtlar vermişler. Örneğin “Mavi Sürgün” romanı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ünlü yapıtıdır. Yine Mahmut Makal’ın 1969’da yazdığı “Zulüm Makinesi (Öğretmen Kıyımı)” adlı kitap, devrim şehidi Prof. Dr. Muammer Aksoy’un 1975 yılında yazdığı iki cilt olarak yayımlanan “Devrimci Öğretmenin Kıyımı ve Mücadelesi” adlı kitabı hep sürgünleri ve “süründürmeleri” anlatır.
Öğretmenler, üst düzey eğitim yöneticileri/kurmaylar iktidarla çeliştikleri için görevden alınmış, kıyıma uğramışlardır. 1946 yılında bakan Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve arkadaşları, Cumhuriyet Devrimi’nin eğitim mimarları olarak görev yaparken ne yazık ki muhalif ve gerici baskılara direnemeyen kendi partilerince kıyıma uğramışlar. Özellikle bu kadronun görevden el çektirilmesi/kıyımı cumhuriyet karşıtı güçleri cesaretlendirmiş, iktidarların gerici iştahlarını da kabartmış, sonraki 70-80 yıllık süreci de belirlemiştir. Bugünü ve bugünkü yöneticileri yargılarken sürecin bu boyutunu da dikkate almak geleceği inşa etmek için büyük bir deneyim olacaktır!
Artık “Görülen lüzum üzerine” diye “gerekçelendirilen”, hiçbir yasa, yönetmelik ve hukuksal düzenlemeye gereksinim duymayan yöneticiler dönemine geldik; “ben yaptım oldu”, “işine gelirse”! Kıyımlar AKP döneminde kişilerle sınırlı kalmamış, yasalar, yönetmelikler, kurumsal gelenekler alt-üst edilerek/arkadan dolanılarak bir “rejim”/”sistem” değişikliği amaçlanmıştır. Özellikle Hüseyin Çelik döneminde sürgünlerin, kadrolaşmanın ötesinde bir boyuta yükseltilerek eğitimin, laik, bilimsel, kısmen eşit, kamucu/halkçı özünden uzaklaştırılarak dinselleştirilmesi ve özelleştirmelerle Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı biçimde defalarca değiştirildiği unutulmamalı. Diğer bakanların suç ve “günahlarını” sıralamak yerine son bakanın ayyuka çıkan uygulamalarıyla eğitimin vahametini/vardığı çıkmazı nitelendirirken artık Cumhuriyet ve Devrim karşıtı bir kadro ve program/uygulama demek hiç de abartılı olmayacaktır.
Bir başka anımsatma da Anayasa’nın 42. Maddesinden: “Eğitim-öğretim Atatürk ilkeleri ve devrimleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.” -Yine 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nu da uzun ve ayrıntılı olduğu için buraya almadan vurgulamak gerekir diye düşünüyorum-.
Buradan günümüze gelip olan-biten ve olması gerekene ilişkin sözleri söylemeli.
* Öncelikle köy okullarının kapatılıp, köyden öğretmenin uzaklaştırılması, köyün ve köylünün “imama” ya da “hurafeye” teslimi sağlandı!
*Ulusal, laik, bilimsel, parasız, eşit ve erişilebilir bir eğitim yerine kuran kurslarını ve imam-hatip okullarını da yaygınlaştırarak, özel okul ve dershanecilikle, vakıf üniversiteleriyle ve devlet okullarında dinci/dinsel eğitimden geçmiş kadrolu ya da geçici görevli eğitim yöneticileriyle eğitimi çökerttiler!
*“100 Temel eser” adı altında klasikleri dinselleştirdiler!
*Şimdi vaz geçseler de her yıl nisan ayında “Kutlu Doğum Haftası” ve dinsel yarışmalar düzenlediler!
*Din Bilgisi öğretmenlerini bolca atayarak okullara yönetici yaptılar!
*İmam ve din görevlilerini okullara sokarak gerçek öğretmeni itibarsızlaştılar!
*Kesintisiz zorunlu eğitimi parçalayıp böldüler ve imam-hatip ortaokullarının açıp yaygınlaştırdılar! (Yazı alanıma sığmayacağı için başka örnek yazmıyorum)
*Son girişimleri de “Kız Ortaokulları” ile karma eğitimi tamamen ortadan kaldırmaya yöneldiler!
Durum bu iken;
“Yandaş” ya da “karşıt” sendikaları parasal ve “sosyal haklar” polemikleriyle, üç kuruşluk zam çıkmazıyla oyalayıp, muhalif partileri de büyük oranda bu “kavga” nın içine çeken iktidar, öte yandan eğitime yönelik bugüne dek dalga dalga sürdürdüğü gerici ve cumhuriyet karşıtı uygulamaları hızlandırmakta!
Eğitim sendikalarının ve ilgili siyasi partilerin sorunları dillendirmek, yinelemek yerine bunların çözümüne ilişkin öneri ve izlence sunmaları daha anlamlı. Kuşkusuz bunun için önce “anlayış” sorunu netleşip çözülmeli. Cumhuriyetin bütünüyle bozulan dengelerinin kökeni eğitime dayanır ve bunun asıl sorumluları siyasilerdir! Kimilerinin öngörü eksikliği ve beceriksizliğinin yanında kör ve sağırları oynayıp siyasi gelecek hesabıyla davranan siyaset tüccarları ve sahte cumhuriyetçilerin de sorumluluğu büyüktür.
Yazımı sonlandırırken eğitimin parasız, erişilebilir, laik, demokratik, bilimsel esaslara göre yapılması, hurafeden beslenen kaynaklardan arındırılması, kamucu/halkçı gereksinimlere uygun izlencelerle yürütülmesi gerekli ve zorunludur. Bunun sağlanması için ilgili paydaşlarla bir araya gelmek hiç de yüksünülmeyecek dahası övünülecek bir tutum olacaktır. Yoksa düşmanlıklarını gizli ya da açık yürüten Cumhuriyet ve Devrim karşıtlarını suçlayarak sıyrılmak kolay!
-Yarınlar Güzel Olacak-