Yaşanmışlıklardır; doğruların, çirkinliklerin, eksiklerin ve yanlışların tutanağıdır.

Tarih aldatılmışlıkların, kandırılmışlıkların, yalanların, ihanetlerin, entrikaların sirkidir.

Tarih iktidar için, saltanat için çocukların, kardeşlerin kökü kazınırcasına öldürüldüğü, insan avına çıkan cellatların sarayları mezbahaya çevirdiği dehlizlerin, zindanların, darağaçlarının fotoğrafıdır. Tarih padişah, kıral, şah ya da imparatorlar için insanların kullukla feda edildiği, anlamsız kılındığı, zevkleri için hayvanlara yemlendiği arenalardır.

Tarih dildir, kültürdür; tarih sosyoloji, pisikoloji, felsefedir; tarih arkeoloji, antropolojidir; tarih geçmişin analizi, geleceğin sentezidir. Birilerinin dediği gibi “tarih tekerrürden ibaret” değildir. Cahiller, geçmişini bilmeyenler ve gelecek için bir senteze ulaşamayanlarca “tarih tekerrürdür”; ders çıkarmayanlar için, aynı yanlışların içinde tepelenip durmaktır.

II. Mahmut Osmanlı tarihinin en renkli kişiliklerinden biridir? Çok iyi bilinmeli, tanınmalı, öğrenilmelidir. Yeryüzü Müslümanlarının halifesi olmasına karşın “GAVUR PADİŞAH” diye ad takılmış ve anılmış bir halifedir. II. Mahmut dönemini bilen, öğrenen ve içselleştiren her siyasi, o dönem yaşanılanları toplumuna bir daha yaşatmaz. Ne yaptı da “gavur padişah” oldu? Bunu, siyasiler, çok iyi bilmeli, anlamalı ve değerlendirmeliler

Kimileri bir ya da birkaç nedeni gösterirken, aslında zamanına göre her yaptığı devrim olan İkinci Mahmut’un tüm padişahlığı göz önüne getirilmelidir: Laçkalaşan, otoritesini yitiren devletin, savaş kazanamayan ordunun, maliyenin “yeniden düzenlenmesi için” görünen zaafların ortadan kaldırılmasına inanıyordu II. Mahmut. Yeniçeriler devlet için sorunun “çıbanbaşıydı.” MEDRESE ULEMASI, TARİKATLAR, CEMAATLER, ŞIHLAR VE ŞEYHLER yeniçerilere istediklerini yaptırıyorlardı. II. Mahmut yeniçerileri, “din adına hareket edip yönlendiren tarikat ve cemaatlerden kurtarmak için” tarikat ve cemaatleri kapattı, direnen şeyh ve şıhların kimilerini ölüme mahkum etti, kimilerini de sürgüne gönderdi. İlk gavur padişah suçlamasını cemaat, tarikat mensuplarıyla ulema ve şeyhlerden aldı. “Resmin haram, günah ve yasak olduğu” bir toplumda sakallarını kısaltarak yaptırdığı tablolarını devlet dairelerine astırması, yabancı misyon şeflerine “tövbesi kabul olmayan içkili” resepsiyonlar vermesi, Yeniçeri Ocağını kaldırması, Asakir-i Mansure-yi Muhammediye’yi kurması, kılık-kıyafetini Batılı ordulara benzetmesi, yabancı dilleri öğrenmenin haramlığına karşın “tercüme okullarını açtırması, “Tanrı’nın takdirine karşı gelmek” olarak yorumlanan Karantinayı salgınlara karşı ilk kez getirmesi, Fıransız Prof’lara “Tıbbiye-yi Amire ile Cerrahiye-yi Amireyi açtırması, “ev okullarına izin vermesi” ulema ve medreselilerce çok ağır biçimde suçlanmasına neden oldu.

İkinci Mahmut’tan ders alan siyasiler, tarikatları, cemaatleri devlete, devletin kurum ve kuruluşlarına yaklaştırmaz. Hele siyasi geleceği için birtakım vaatlerle kendine bağlamaz. Güçlendiğinde ilk yiyecek olduğu kişi ya da kişiler “o gücü kendisine verenler” olacaktır.

“Evet, tarih tekerrürden ibarettir” diyenleri duyar gibi oluyorum. Dünyaya bakınız, dünya uluslarına… Yaşamsal değer taşıyan “hiçbir kuralını çiğnetmiyor”, zaafa düşürmüyorlar. Biz siyasi çıkarlarımız için “anayasayı da, devleti de, başta adalet olmak üzere yargıyı, orduyu duman ediyoruz.” Bunu da “siyasetin delikanlılığı” sayıyoruz. Kaprisleri, ihtirasları, düşmanlıkları, önyargıları en kötü ve iğrenç anlamlarıyla devletin her kurum ve kuruluşuna dolduruyor, egemen kılıyoruz.

Balkan Savaşları, aradan 110 küsur yıl geçmiş olmasına karşın “nedenleri, niçinleriyle” ne tam olarak öğrenilmiş, ne de “sonuçları” kavranılmış. “Dünyanın neresinde olursa olsun, aynı sebepler, aynı sonuçları doğurur.” İhanet dünyanın her yerinde aynı anlama gelir, cehaletin anlamı değişmez ve ahlaksızlık her yerde aynı anlamı taşır.

Ordudaki siyasi tercihler, particilik “alaylılar ve mektepliler” arasındaki çekişme ve kavga Balkan savaşlarının kaderini tayin etti. “Komutanların birbirlerine inanıp güvenmemeleri, birbirlerini düşman görmeleri, emir-komuta zincirinin kopması, tarafgirlik, zamansız terhis ” ordunun en büyük zaafıydı ve her cephede bu zaaf yenilgilerle bozgunu getirdi. Hele “cin, peri, hortlak” korkusundan ordu kışladan çıkıp taarruz edemediği için “Selanik’i düşmana teslim ettiler.” Ordunun içindeki siyaset, 93 Harbi’nden sonra en büyük bozgunu getirdi Osmanlı’ya ve bu savaş, Balkanların elden gitmesine neden oldu.

Aradan bunca yıl geçmesine karşın, kimi siyasi olaylar, suçlamalar, birbirlerini düşman görmeler ve yaftalamalar tarihten hiçbir ders alınmadığını göstermektedir. Hala geleneksellikle aklı, bilimi, modernizmi-ilerlemeyi-gelişmeyi savaştırmanın bu topluma hiçbir şey kazandırmayacağı bilincine ulaşılmadı. Hala Ortaçağ kurum ve kuruluşlarını yaşatmak için olanca güçleriyle çırpınıyorlar.

Balkan Savaşlarını kaybetme nedenlerinin başında, kabul görmese de Osmanlı ordusunun teknolojik araç ve gereçlerden yoksun olmasıydı. Bu, hu hala anlaşılmış değil. 17. Yüzyılın sonlarından buyana yenilgilerin, fakirleşmenin nedenleri, akıl, bilim, teknoloji ve sanayileşmenin dışında kalmaktan kaynaklanmaktadır. Aradan üç yüzyıl geçmesine karşın hala akılcılığa, bilime, teknolojiye ve sanayiye karşı çıkılıyor.

Orduya siyaseti sokmaktan, yenilgilerden, bozgunlardan ders almış mıyız? Fabrika-üretim olmadan Betona yapılan yatırımlar ne kadar ders aldığımızı anlatmıyor mu?

Sevgiyle, esenlikle kalınız…