Anlam olarak “boğazda duyumsanan, aksırtan, öksürten ya da yutkunduran yakıcı kaşıntı.” Bizi ilgilendiren anlamı ise, işleyeceğimiz konu budur: “Söz ve davranışlarıyla karşısındakini kızdıran, sinirlendiren, sıkan, budala, anlamaz, bilmez yerine koyan kimse.”

Çevrenizi gözlemleyin. İyice gözden geçirin, kan çekmeden, sahip çıkmadan, taraf tutmadan, hısım-akraba demeden bakınız. Sinir insanlar göreceksiniz, gıcık eden, moral bozan, allame geçinen, her şeyi bilen(?), akıl öğretmeye kalkan(?) insanlar…

Kocaman nasırlı ellerine bakmadan “fındık tarımını” anlatmaya kalkarlar. Bir marul dikmemiştir, bir meyve yetiştirmemiştir, sebzeciliği, meyveciliği öğretirler. Yürüyüş sporuna inanıyorsun ilaç gibi, biliyorsun sağlık için ne denli önemli ve değerli olduğunu. Kalkarlar sana “sağlıktan, yürüyüşteki tempodan” söz eder; kan dolaşımını, oksijeni tanımlarlar.

Kitap okumamıştır, kılişe sözlerle kitapları anlatmaya kalkar; yazı yazmamıştır, yazıyı bilmez, yazılanları eleştirirler. Her şeyi bildikleri iddiasındadırlar. Saygı gördüklerini zannederler, insanları gıcık ederler, yine de “kırılmasın, utanmasın” diye insanlar susar. İnsanlar sustukça onlar da kendini bir “şey” zannederler. Burunları Kaf Dağındadır. Tereciye tere satarlar.

Her konuya maydanoz olurlar. Spordan anlar, teknik adamları, futbolcuları, yöneticileri eleştirirler. Siyasi liderlere demediklerini bırakmazlar. Partileri yerden yere vururlar. En çok da ilerici olduklarına inanarak, özeleştiri yaptıklarını söyleyerek, oturur kalkar kendi partilerini kötüler, yapılanları beğenmez, insanları beceriksizlikle, başarısızlıkla suçlar, aşağılarlar. Ama kendileri bir katkı sunmaz, ellerini taşın altına koymazlar, partilerini eleştirmez, düşman gibi saldırırlar. Partilerinin onlara kattığı değeri görmez, anlamazlar. Çıkar düşüncesinden gözleri kör olmuştur.

Siyasetin kızana geldiği bir zamandayız. Her gün yüz yüzeyiz ve gözümüzün içine baka baka yalan konuşuyorlar. Kimse de üstüne almıyor. Onların ardan, hayan, utanmadan, sıkılmadan söz etmeye hakları var mı?

Güvenilmeyen insan nasıl değer kazanır? Yöreselde siyaset yapanlara, kazanmaları için öyle akıllar verirler ki! İnsanın “neredeydiniz bu zamana kadar, niye bir partide, bir örgütte boy göstermediniz, hiçbir çalışmaya neden katılmadınız” diye sorası geliyor. Bilgiler, taktikler, izlenecek yollar… Sanırsınız dünyanın bir numarası: Müthiş uzman. Hangi başarınıza, deneyiminize dayanarak bu kadar yüksek özgüvenle konuşabiliyorsunuz? Anlayana aşk olsun. Belli ki, cehalet cesareti. Güven ve saygınlığını yitirenden ne beklenir?

Zaman zaman güçlünün, kazanacağından emin olduklarının yanında “durarak” “öngörülü” olduğunu kanıtlamak ister. Yaranmak için “camiye” gider, namaz kılar, halkın arasına karışır. Kimi zaman da bürokratların yanından ayrılmaz, onlarla büyüyeceği havalarındadır. Hele bir partiden encümene girerse, başkan gibi sokaklara düzen vermeye, kaldırımlara konan meyve-sebze kasalarını, kurulan tezgahları kaldırmaya kalkar. Bir de söylemez mi, “artık Avrupa Birliğine girdik” diye.

Ara sıra kendini gazeteci zanneder. Basın kuruluşlarına gider. Belki de üye olur. Ortalarda dolanır, ama kimse de onu ciddiye almaz. Kimi zaman sosyal medyada açıklamalarda bulunur yanlış cümlelerle. Elinin altında bulunan bir deftere ya da ajandaya notlar alır. Düşünür gibi yapar. İnsanların gözünün içine sokmaya çalışır yaptıklarını, “adam sansınlar” diye.

Köşe başındadır, birileriyle “fısır fısır” bir şeyler konuşur. Kafa havada, gözler “bana bakıyorlar mı” bakışındadır. Kulis yaptığını zannedersiniz. Ama kimsenin ağzından da “iyi, doğru, güzel bir şey söylediğini” duymazsınız. Kızdığında, çıkarları zedelendiğinde dostu, arkadaşı, partisi, derneği olmaz. Saf değiştirir. Başka kulvarlarda koşmaya başlar. En haklı, en doğru cümlelerle kendini savunur. Neredeyse haksız konuma siz düşersiniz. Konuşurken “vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır” der, ama çıkarlarına dokunulduğunda da “vatan, millet, ezan, Kuran teferruat olur”, toplumsal değerleri takmaz bile.

Her insanın kendine, içinde yaşadığı topluma, doğaya ve insanlığa karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar insanın yıkılmaz duvarları olması gerekir. Özgürlükler bu sorumluluklarla sınırlıdır. Sınırsız bir özgürlük, hele hele de başkalarının hakkını yeme, hukukunu çiğneme, zarar verme, suç işleme özgürlükleri yoktur. Kendi haklarını bilmeyen, kendi haklarına saygı duymayan başkalarının hakkını bilmez, başkalarının haklarına saygı duymaz. “Benden sonrası tufan” mantığını ve inancını ilke edinir. Sorumsuzdur, sözün nereye varacağını bilmez.

Kimi zaman dedikodu, hayatının besin kaynağıdır. Laf taşımaktan, yanlış anlayıp yanlış yorumlamaktan, insanların arasını bozmaktan utanç duymaz. Atla arpayı dövüştürür, geçer karşısına seyreder.

Boş teneke gibi çok ses çıkarır, insanları gıcık eder.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

TURAN BAHADIR                [email protected]