Korkunç bir mücadele!

Olimpiyat seçmeleri yanında halt etmiş.

Devletin en alt biriminden en üst birimine kadar tüm kurum ve kuruluşlar, karşısında; tümü de aldıkları talimata göre hareket ediyorlar; yani “devlet” rakibi, devletle yarışmak zorunda. Yetmiyor, 17 Bakan ve Genelkurmay Başkanı, işini gücünü bıraktı, İstanbul’a geldi. Partili başkan adaylarına oy istiyorlar. Yani, aynı anda hem devletle, hem de hükümetle uğraşmak zorunda. Ayrıca muhalefet parti adayları da rakibi… / Ya onca tarikata, cemaate ve vakıfa ne demeli… Tümü de boylarının ölçüsünü aldı.

Ülke televizyonlarının %95’i, merkez medyanın tamamına yakını ve onurlarını ayaklar altına alarak talimatlara, yalanlara kalemlerini kiralayan, sosyal medyada beslenen on binlerce kalemşör ve tıroL… Ve akıtılan milyarlarca lira. Ya milletin malı olan TRT ne halt ediyor? Salt “yalan-sahtelik” ayakta kalsın diye 7/24 yayın yapıyor. / Bakınız, hala gerçek enflasyon-halkın yaşadığı-açıklanmıyor. O halk neler çektiğini çok iyi biliyor, bu zamana kadar verdiği kırediyi birer birer geri alıyor. Yalanların bitmesini bekliyor.              

Maliye, adalet, içişleri, dışişleri bakanları kişilerden yana taraf olamaz, halktan yana, milletten yana olmak zorundadır. Aksi halde görevleri, makamları ve kendileri tartışma konusu olur, saygınlıkları kalmaz. Zaten başarısız bir hükümet, emeklinin, çiftçinin, işçinin, memurun hakkını gasp etti, fakat seçimi kazanmak için muslukları sonuna kadar açtı, paralar, koliler havada uçuştu, millet paraya ve koliye itibar etmedi, oy vermemekle iktidara cezasını kesti.

“Emekliye, işçiye, memura, çiftçiye para, stajyere müjde yok” dendi, ama seçim harcamalarına para, gani. Çocuk kandırır gibi pıromosyon, tiren, sinema, tiyatro biletlerine indirim… Olur iş değil. Devleti, milleti yönetenler bu kadar mı “ayağa düşürür”? Bu kadar mı akıl fukaralığı çeker? Güvenilmeyen bakana, güvenilmeyen hükümete oy çıkar mı? Seçimi salt AKP kaybetmedi, bütün organlarıyla sahaya inen hükümet kaybetti. “Güvenoyu almayan hükümet, AKP Genel Başkanı, istifa etmek zorundadırlar.”

Erdoğan “sürtük” dedi, “zübük” dedi, hiçbir savcı, hiçbir yargıç hak, hukuk, adalet adına işlem yapmadı, ama İmamoğlu “ahmak” dediği için, savcılar, yargıçlar harekete geçti, “2 yıl 7 ay” ceza kesti. Ve bu, adalet oldu öyle mi? Adalet güneştir ve herkese eşit vurur. Türkiye’de adalet, “kişiye, kuruluşlara özel” işliyor. / Sürtük, “çok gezen / çok erkekle gönül eğlendiren / hayat kadını” anlamlarını taşırken, zübük de “çıkarcı, çıkarları için her türlü yolu mubah sayan, ahlaksız, namussuz, şerefsiz” demektir. Ahmak ise üç sözcük içinde en masumudur: “Gereği gibi aklını kullanamayan, bön, budala, aptal” ceza aldı, ötekiler soruşturulmadı bile. Sürtükten, zübükten daha ağır hakaret olur mu?

Bu zamana kadar neden başaramadılar da şimdiye geldi sıra: Enflasyon, hayat pahalılığı bu denli çıldırmamıştı. Her seçimde mükemmel yönetilen “algı operasyonlarıyla”, yalanlarla, yüksek faizle dışarıdan alınan paralarla, aldatma ve kandırmacalarla durumu idare ettiler. Aslında her şey kötüye gidiyordu, ama halk bir türlü uyanmak istemiyordu. “Bıçak kemiğe dayanmaz” denilen bu toplumda bıçak kemiğe dayandı. Bu, iktidara, başta Sayın Erdoğan’a, uyarıdır. “Seni oraya çıkarıp vezir yapan da benim, oradan aşağıya alacak olan da.” Artık halkın büyük bir kısmı “yaparsa Erdoğan yapar, verirse Erdoğan verir” demiyor.

Vaatler gerçekleştirilmezse yalanlaşır.

Erdoğan, yıllar önce, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere kimi illerin belediye başkanlarını “metal yorgunluk” gerekçesiyle görevden almıştı. Kendilerinin yarattığı algı “ilahi bir destekle ben yürürüm, yorulmam” dedirtiyordu, ama iki seçimdir, hiçbir düşünce üretmediğini, eski düşüncelerini tekrar edip durduğunu dünya alem gördü. Bedensel yorgunluğun yanında “büyük bir beyinsel yorgunluğun içine” de düştü, enerjisi tükendi. Sorunlar büyüdükçe, çözülmeden birbirlerine eklendikçe, çözecek bilgi ve beceriden yoksun kaldıkça, NAS dedikçe, üretime bir türlü geçemedikçe, omuzlarındaki yük daha da ağırlaştı. Yüz çizgileri, gözaltı torbaları, yüzünün sürekli asık olması, yüzünden mutsuzluk akması ziyadesiyle yorgun olduğunu göstermekte. Yüzünde umut vadeden parıltı kalmadı: “Ben ekonomistim” diyordu. “Faiz düşerse, enflasyon düşer. Faiz sebep enflasyon sonuçtur” diyordu ama ne faiz düştü, ne enflasyon. Faizi Nas’a bağladı. “Nas dururken size ne oluyor” dedi. Ama kur korumalı mevduata dünyalar kadar(internette ne kadar ödendiğine dair bir rakam bulamadım) faiz ödendi. Hazine zenginlerin kasasına bağlandı. / “Oyunuzu bana verin kardeşim, Türkiye’yi uçurayım” diyordu. Oyu aldı. Tek adam rejimini kurdu. Türkiye uçmadı, fabrikaları, şirketleri, bankaları, madenleri, yolları, köprüleri, tünelleri, hastaneleri sattı, aldığı paralarla Türkiye’yi “betona gömdü.” “Mülakatı kaldıracağım” dedi, kaldırmadı. “Dolarlarınızı bozun, Türk lirasına yatırın” dedi, olmadı, bir gecede “18 TL’den 11 TL’ye indirilen dolarla halk resmen aldatıldı, cebindeki para hiç edilerek kazıklandı, soyuldu, gıkı çıkmadı. Cumhuriyet’in 100. Yılında 25000(yirmi beş bin) dolar olarak vadettiği kişiye düşen “gayri safi milli hasıla” ancak 9000 dolara çıkabildi; Altay tankı 100. Yılda ordu envanterine girecekti, fabrika yok, üretim yok; bereket versin ısmarlama TOGG Türkiye yollarında. Yani Erdoğan iktidarı “tek adam” rejimiyle Türkiye’ye tam bir hayal kırıklığı yaşattı, ekonomiyi uçurumun kenarına getirdi, halktan aldığını zengine verdi. Umut ederim ki 1881’de II. Abdülhamit’in kurduğu “Duyun-i Umumiye” kurulmaz. / Bu, bir tükeniştir.

Bu seçimde İstanbul ve Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanları son derece şeffaf, doğru, dürüst, namuslu, ahlaklı ve halkı düşünen uygulamalarıyla, vurguna, soyguna, ranta geçit vermeden yönettiler. Halk, hizmeti, içtenliği gördü ve destekledi. / Bir masal kahramanı ancak bu kadar çok rakibi yenerek “milyonları aşan” oy farkıyla yeniden halkın sevgisini ve güvenini kazanabilirdi. / Yolları açık olsun. Başarıları, sevgileri ve güvenleri daim olsun.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

TURAN BAHADIR