Bizim, halk edebiyatımızdan yararlanıp besteler yapan sanatçılarımız var. Bunlardan biri, sadece bir dörtlüğünü biraz sonra vereceğim Karacaoğlan'dan alınma bir şiir.
Yani güfte Karacaoğlan, beste ise Muhlis Sabahattin Ezgi'ye ait. Kürdîli hicazkâr makamında söylenen aşağıdaki mısrlar usul olarak curcuna biçiminde söyleniyor.
Seslendiren kişi ise Türk musikisinin duayeni Münir Nurettin Selçuk.
Şimdi birlikte dörtlüğü özellikle sözcük anlam ilişkisine dikkat ederek bir okuyalım.
Ey benim bahtı yârim, gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim
Kalbinde aşk izi var, seni kim yaktı yârim
Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim.
Karacaoğlan'ın seçtiği kelimelere dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Yar ve aşk sözcüğü hariç diğer bütün sözcükler aşağı yukarı özbeöz Türkçe.
Ayrıca sözcüklerin tek tek anlamlarından sıyrılarak bir öbek oluşturduktan sonraki anlamları incelendiğinde Karacaoğlan'ın müthiş bir Türkçe işçisi olduğu hemen anlaşılır.
Sadece iz kelimesini kullanış biçimine baktığımızda zamanına gelinceye dek hiç kullanılmadığı bir bağlamda bu sözcüğü kullanması dil mimarlarımız arasında kendisine itibarlı yer edinmesine yetmiştir.
Dil konusunda zihinsel mesai harcamış insanlar her sözcüğü ayrı bir dünya olarak kabul ederler.
 Hele sözcüğü alışılagelmişin dışında güzel bir kullanımla kullanmayı ise adeta kainat olarak düşünürler.
Şimdi iz dedik, bir bakalım anlamına..
İz a. 1. Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alamet, emare 2. Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti 3. Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ipucu, emare 4. Bir olay, bir durum veya yaşayıştan geride kalan belirti, eser 5. Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit.
İz olabilmesi için somut bir madde lazım.
Yani mürekkep, yağ, reçel gibi beş duyu ile tanıyabildiğimiz maddeler.
Karacaoğlan oysaki izi soyut bir şekilde kullanarak sevgilisinin yüzüne gayri ihtiyarı da olsa bakan haram gözü tesbit etmenin objesi olarak görmesi burada bağlam olarak izin enteresan bir kullanımla kullanıldığını gösteriyor.
Bir insanın yüzüne kem göz bakmışsa bunu ne ile ölçebiliriz.
Bakışın ağırlığını bulabilir miyiz, tabii ki hayır.
Peki bakışın kokusunu alabilir miyiz, tabii ki hayır.
Yahut bakışa dokunabilir miyiz, tabii ki yine hayır.
 Veyahut bakışın sesini duyabiliri miyiz tabii ki bu da mümkün değil.
 Bakışıın bıraktığı izi görebilir miyiz, tabii ki bu bu da imkansız bir şey.
Karacaoğlan bir sözcüğü somut bağından koparıp soyut bir bağla başka bir bağda aşılamış, bu aşı tutmuş hiç yaşlanmayan bir gençlik kazanmıştır.
Biz geçmişimizden bize tevarüs eden bütün birikimleri sadece dinleyip zevk al, sonra unut gitsin gözüyle değil de her kelimesine dikkat kesilerek incelememiz gerekir.
Öyle kuru hamasetle işler yürümez. İşin ruhunu ve özünü yakalayarak millete sevgi beslenir. Diğerleri damar titreştirir.
O da nizaya neden olur..