2010-2011 sezonu, Türk futbol tarihinde kara bir lekedir. O sezonun asıl sahibi Trabzonspor’un emeği, ne yazık ki şike iddialarıyla gölgelenmiş ve gasp edilmiştir. Fenerbahçe’nin şike yaptığı, hem mahkeme kararlarıyla hem de UEFA tarafından dolaylı olarak tescillenmiştir. UEFA, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin kararlarına dayanarak Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne almamış, onun yerine Trabzonspor’u davet etmiştir. Ancak o kupa hâlâ Trabzonspor’un müzesinde değil, kirli ellerde durmaya devam etmektedir.
Aziz Yıldırım, bu süreçte tutuklanmış, cezaevine girmiştir. Mahkemelerde adı geçen onlarca delile rağmen, olayın üzeri zamanla örtülmüş, adeta unutturulmuştur. Bu olay herhangi bir Avrupa kulübünde yaşansa, o kulüp belki de kapanırdı. Ama Türkiye’de işler farklı işliyor. Fenerbahçe, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor.
Yıllar geçiyor, isimler değişiyor ama düzen değişmiyor. Fenerbahçe, geçmişin gölgesinde bugünü yaşıyor. Dünyaca ünlü teknik direktör Jose Mourinho ile anlaşmaları bile bu düzenin devamı niteliğinde. "Şampiyonluk" parolasıyla gelen Mourinho, daha ilk günden kibiriyle, rakibe saygısızlığıyla ve meslektaşlarına karşı sergilediği tavırlarla gündeme oturdu. Onun yaptığı hareketlerin binde birini bir sanatçı, bir yazar ya da bir gazeteci yapsaydı, kamuoyunun tepkisi çok daha büyük olurdu. Ama konu futbol ve Fenerbahçe olunca, sanki bir dokunulmazlık zırhı devreye giriyor.
Ne siyaset ses çıkarıyor, ne sivil toplum kuruluşları, ne de kamuoyu. Sadece tribünler değil, adalet de suskun.
Ve bu yüzden, evet, büyüksün Fenerbahçe... Ama bu büyüklük sahadaki başarıdan değil; dokunulmazlıkla korunan bir düzenden geliyor. Bu büyüklüğün adı, adaletsizlik.