Ülkemizin rotası zorunlu olarak halkçılık/kamuculuk, korumacılık ve devletçilik üçgenine yöneliyor. -Dünyada da yaygın eğilim bu -Talan ekonomisinin ve hortumcu yöneticilerin yarattığı yıkım halkı dayanılmaz bunalıma sürüklerken duygu ve elbette öfke patlaması yeni tehlikeleri yakına getirdi. Klasik ekonomik tanımlamalar ve reçeteler soruna çözüm olmaktan çıkalı çok oldu.

Dış borcun ve yıllık ödenen faizin dolar ölçeğindeki karşılığı birçok ülkeyi rahat besler durumda. Kaynakların yağmalanması, satılacak yer altı/yer üstü değerin neredeyse kalmadığı bir ülke durumuna düştük/düşürüldük. Yeni bir ekonomik ve sosyal izlemin önceliği artık tartışılamaz. Ancak tartışma bu izlemin nasıl olması üzerine yoğunlaşmalı. Teknik ayrıntılar bir yana ilkesel bakmanın önemi kendini öne çıkarıyor. Bu bağlamda yerel seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmeler sıcaklığını korurken, yakın ve uzak geleceğe ilişkin çözümlemeler, daha doğru bir siyasi bakış olur diye düşünüyorum.

Kimi dostlarımızın abartılı da olsa “Derin uykuya dalmış Türk Ulusunun uyanış günü” olarak gördüğü 31 Mart 2024’ü nesnel çözümlemek aklın ve siyaset bilimin gereği. Birçok yönüyle doğru sayılabilecek bu saptamaya bir dizi ekle destek vererek, katkı sunmak sorumluluk gereği sayılmalı. Yazılı ve görsel basının yanında sosyal medyanın pompaladığı duygu/hamaset ağırlıklı söylemlerin dışına çıkabilmek önemli. Siyasi iktidara ve bileşenlerine “dur uyarısının” / “ihtarının” hemen ardından belediyelerde nelerin nasıl yapılacağına ilişkin belirleme/sıralama kamuoyu ile paylaşılmalı. Mahalle ve kent bileşenlerinin belirli aralıklarla ve önemli konu ve sorunlarda görüşüne başvurmak, önerilerini dikkate almak yönetime güveni artıracaktır. Böylece halka güvenmek, inanmak ve önyargısız yaklaşmak, etnik/dinsel, siyasal yapı ve özelliklerini ayırım konusu yapmamak ve buna uygun davranmak sözde kalmayacaktır.

      Öncelikle rant -getiri- sisteminin terk edilmesi belediyecilikte ilke edinilmeden, yaşama geçirilmeden halkçılık/kamuculuk uygulanamaz, bu bilinmeli! Bu aşamada halkın baskı gücü oluşturması/oluşturabilmesi yerel yönetim tutarlılığı/sağlığı için bir başka önemli tutum.

     Halkçı ya da kamucu belediyecilik kavramı toplumcu siyasetin bir diğer adıdır. Kişilere mal edilerek adlandırılmamalı! İlgili başkanın/kişinin kimlik ve kişiliğiyle, düşünsel yapısıyla ilintili yanı kuşkusuz vardır; çoktur da. Ancak konunun bir “sistem” sorunu olduğu, “rant-getiri” ekonomisine, “bağış/rüşvet” palazlanma ekonomisine karşıtlık ilkesi, yani halkçılık öne çıkarılmalı. Kişiyi yüceleştirip ilahlaştırmanın önüne geçilerek ekip/kadro ve halkçı anlayış savunulmalı.

          Kimi olmazsa olmazları sıralamak/önermek yurtseverliğin gereği diye düşünüyorum;

     *Yağmanın önlenmesinin birinci koşulu belediyelere bağlı şirketlerin kapatılması! Belediye gelirlerinin büyük bölümü bu şirketlere akmakta. Bu giderler kamu adına yapılabilecek birçok harcama ve desteği engellemekte.

     *Belediyeler ihale dağıtma merkezi olmaktan çıkmalı/çıkarılmalıdır! Teknik zorunluluk olmadıkça taşeronlara iş vermek yerine bizzat belediyeler iş yapmalı!

     *Hesap verebilme yöntemi kamuya açık olmalı, başkan ve yöneticiler mal varlıkları konusunda net ve açık bildirimde bulunmalı!

      *Çocukların ve gençlerin önceliği olan eğitim/kültür, spor ve eğlence alanlarıyla, sosyal donatılar hazırlanmalı. Öğrenci çocuk ve gençler için kreş, bakımevi, yurtlar, yemek evleri, olanaklar ölçüsünde ücretsiz ya da sınırlı bir ücretle karşılanmalı!

       *Yoksulu, emekliyi, dar gelirliyi, öğrenci gençliği bütün belediye olanaklarından yararlandırmalı!

       *Belediyeler, temel görevlerini aksatmadan önceliği kültür/sanata vererek, tiyatro/sinema ve sergi salonları açmalı! İl dışından konser-tiyatro-sergi-sunum-söyleşi vb. için gelebilecek kültür-sanat insanlarına olanaklar sunmalı, salonlarını ücretsiz ya da sınırlı bir ücretle vermeli!

       *Belediye halk pazarı, halk lokantası, halk fırını, gençlik merkezi, halk kütüphanesi, öğrenci yurdu, konukevi ve kırsaldan gelebilecek köylü ve yurttaşlar için dinlenme yerleri/alanları açmalı. Bütün bu hizmetler ticari mantıkla/kazanç amacı gütmeden “maliyetine” ve belediye destekli olmalı.

       *Belediyelerin kültürel/sanatsal sorumluluk ve görevleri akıl/bilim ve aydınlanma öngörüsüne göre biçimlenmeli! “Sosyal etkinlik” adı altında halkın dinsel duygu ve inançlarını sömürerek yol almaya çalışan Cemaat/Tarikat yapılanmalarına destek önlenmeli, kamu adına engel olunmalı!

      *Öğrencilere burs ve yardım kesinlikle belediyeler ya da devlet eliyle verilmeli. “Sivil toplum örgütü” adı altında ortaya çıkan “yasal” görünümlü dinci/etnikçi yapılanmalara fırsat verilmemeli!

    Çoğaltılabilecek benzer hizmetlerin yapılmasının zor olduğunu, dahası olanaksız olduğunu kuşkusuz savunanlar olacaktır. Geleneksel/alışılagelmiş getiri/rant, kazanç, yandaşa aktarma, talan, ihale dağıtma ve borçlandırma belediyeciliği yaygınlaştıkça devlet kademelerinden, en önemlisi milletvekili düzeyinden ayrılıp belediye başkanlıklarına soyunma yarışının bu seçimde zirve yaptığı görüldü.

       Ancak ülkemizin bu sarmaldan ve çöküşten kurtarılması gerçekliği de çok açık. Bunun için de yeni seçilen birçok belediye başkanı çalışma kararlılığının ve ilkelerinin yanında direngenliklerini de ortaya koymak zorundalar. İşleri zor, kabul etmek gerek!  Çevrelerinde kümelenmeye çalışan kimi rant sever “cukkacılar” çoktan ellerini ovuşturmaya başladılar.

      Onlara kapıları kapatmadan sözü edilen halkçı/kamucu belediyecilik yapılamaz. Ancak, yapmacık gülücüklerle, yılışık bir ikiyüzlülükle, bukalemun yapılarıyla ve akla gelmedik yöntem zenginliğiyle “başkanım yanındayız” tayfasına aldanmamak zor görünse de olanaksız değil!

      Yeter ki halka dayanan güçle, halkına güvenen/inanan güçle, adaletli-halkçı-kamucu-yurtsever bir anlayışla çalışılsın.