Bilim ve teknolojinin gelişimi ile inovasyonlar, insan hayatında değişimler ve yenilikler getirdi. Ancak çağımız insanı, tüketimde sınır tanımamakla birlikte, özgürleşmek yerine grup hegemonyasının içine hapsoldu! İnsan, değerlerini unutup, kendi kalitesinin farkına varamayarak, aklını kullanmayı, istişare kültürünü ve diyaloğu hatırlamaz hale geldi. Dostluk, komşuluk ve hısımlık gibi geleneksel bağlar zayıfladı; yardımlaşma ve dayanışma ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir köyü bir apartmana sığdırdık ama köylerdeki faydalı sosyal kültürü geride bıraktık. Mahallemizden, şehrimizden, engellilerimizden, yaşlılarımızdan ve yoksullarımızdan, dahası ülkemizin geleceği ve istikrarından dertlenmez olduk.
Bencillik ve bireyselci yaklaşım, canımıza okuyor. Artık medeni diye adlandırılan dünyamızda sosyal bağlar ve kültürel ağlar, sosyal medya çıkmazına dönüşmüş durumda. Bugün toplumumuz, sosyal medya üzerinden yediğini, içtiğini, giydiğini, zenginliğini ve gezdiğini paylaşıyor. Hâlbuki biz, ekmeğimizi, suyumuzu ve imkânlarımızı paylaşan bir millettik. Arkadaşımızın, komşumuzun derdiyle dertlenirdik. Kültürümüz ve medeniyetimiz, geleceğimizle ilgili dertlenir, düşünür, istişare eder, danışır ve ortak çözümler üretirdi.
Dünyayı bir köy haline getirme iddiasındaki küreselleşme, bizim yerimize düşünür, üretir, projelendirir ve uygulamaya koyar. Biz de modaya uyarız. Dizilerimiz, filmlerimiz, reklamlarımız ve sosyal medya çıkmazı, çeşitli kanallar ve yöntemlerle belirlenen hedefe doğru bizi götürmektedir.
Bu durumdan en fazla zararı millet gördüğü kadar, adam gibi yönetmeye talip olanlar da meziyetlerini ve ehliyetlerini gösterme gayretinde olmak yerine, kısır bir döngünün esiri olmaktadırlar!
Oysa, aklımızı kullanma ve akletme melekesini gösterebilmek adına en verimli vatan coğrafyasında yaşamaktayız! Değerli bir büyüğümün güzel bir sözünü burada hatırlatmak istiyorum: “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olurmuş.” Derdi yemek, içmek, gezmek, eğlenmek ve günübirlik yaşamak olanların işleri, ürettikleri kadar değerlidir. İnsana, doğaya, sanata, bilime, sevgiye, saygıya ve barışa hizmet ettikleri, o yolda çalıştıkları kadar kıymetlidirler. Dertsiz insan olmadığı gibi dertli olmak da normal bir durum değildir. Asıl önemli olan, bir insan olarak neyi ne kadar dert edindiğimizdir.
Dert kelimesi, günümüz insanının en çok kullandığı kelimelerden biridir. Hemen hemen herkesin günlük konuşmasında mutlaka dert ettiği ve dillendirdiği bir konu vardır. Bu durum, olabildiğince normaldir. Zira insan olmamız dolayısıyla, günlük hayat koşuşturması içinde elbette ki bizi üzen ve istediğimiz gibi gitmeyen durumlar olur; olacaktır. Bu da mevcut durumları dert edinmemize neden olur. Bizler, inancımız gereği kendimize, toplumuza, kültürümüze ve medeniyetimize yakışır işlerden dert etmeliyiz. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” veya “her koyun kendi bacağından asılır” gibi asılsız söylemlerle toplumumuzun bağlarını çürütüp yok etmelerine müsaade etmemeliyiz. Derdimiz olmalı; hem de günübirlik, basit değil; çevreye, doğaya, kültüre, barışa ve insanlığa yönelik.
Evet, insanız ve insani ihtiyaçlarımız olan şeylere sahip olmak için bir mücadelemiz olacaktır. Ancak biz, sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmeyi unutarak farklı şeyleri esas derdimiz olarak belirlemişsek, oturup bir kez daha hayatımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. Derdi kendine, çevresine, yakınlarına, ailesine, şehrine, ülkesine ve tüm insanlığa faydalı olma derdi olanların dertlendikleri kadar değerleri vardır. Din, vatan, ezan, bayrak ve insana yakışanı yapma derdi, onların dertleri kadar büyük ve kutsaldır. Derdi büyük olanlara selam olsun.