Patates deyip geçmeyin. Fakir yiyeceği dendi bir zamanlar patates için. Uzak diyarlarda yetişiyordu önceleri. Günümüzden 10.000 yıl önce And Dağları’nda yabani bitkiler kapsamında görülürdü. İlk patates ekimi Peru’da gerçekleşmiş. Avrupa’nın 16. yüzyıla kadar böyle bir besin maddesinden haberi yoktu. Türkiye ise 19. yy başlarında tanıştı patatesle. Düşünebiliyor musunuz anlı şanlı padişahlar paşalar krallar bir parça patates yiyemeden göçüp gittiler bu dünyadan. Patates kıtlık günlerinin baş tacı.

Savaşlarda ekmeğin olmadığı dönemlerde kurtarıcı olarak dört gözle aranılan bir yiyecek. Savaş sebebi değil belki, ama savaşlarda ayakta kalmak için ekmek yerine aranılan bir besin maddesi.

Bir ülkeyi bir milleti yok olmaktan kurtaran yine patates. Almanlar önceleri patatesi çok ta önemli bir sebze görmediklerinden atlarına yem olarak verirlerdi. Patates zengin sofralarında yer almazken daha alt sınıfın yiyeceği olarak bilinirdi, o yıllarda. Hatta İncil’de sözü edilmediğinden bazı Hristiyanlar patates yemeği ve ekmeyi reddetmişlerdi.

İrlanda’da ise patates 17. yy’dan itibaren tek besin maddesi olmuş. Ama gemilerle getirtilen patates tohumlarında bir nevi küf hastalığı patates tarımını bitirmiş. İnsanlar patates mantarından zehirlenmişlerdi. 1846’da bu ölümler on binleri aşmıştı. Halk, elinde bulunan tohumluk patatesleri de açlıktan tüketmişti. Bu salgından sonra patates tarlalarını yok edip otlaklara dönüştürdüler. İrlanda bu değişimle artık hayvancılıkta önemli bir noktaya gelmiş.


Bu arada kıtlıkla boğuşan İrlanda’ya  Abdülmecid (1839/1861) döneminde Osmanlı İmparatorluğu hem parasal hem de beş gemi tahıl ve yiyecek yardımı yapmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da kıtlık, yokluk ve açlıkla karşılaşınca Almanya’yı da patates kurtardı. Patates tam bir karbonhidrat kaynağı. Buğdaydan bu anlamda daha zengin. Savaştan önce de stratejik besin kaynağı olan buğday, savaş günlerinde bulunmaz oluyor. Toptan mermiden daha değerli olan buğdayın her bir danesinin düşmana atılan mermi kadar korunması gerekiyordu.


Trabzon’un Ruslar tarafından işgali sonrası Ordu’da kalan muhacirleri doyurmak için Ordu’da bulunan Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, 1917 yılında önemli bir gıda maddesi olan patatesin bütün boş arazilere dikilmesini emretti. Hatta zorlayıcı tedbirler aldı. Zira patates, kıtlık günlerinin en kolay ulaşılan besin maddesi idi. Bu arada İkinci Dünya savaşı sırasında Türkiye halkına her boş bulduğunuz yere patates dikin diye tavsiyede bulunuluyordu. Ekmeğin karneye düştüğü o yıllarda patates, buğdayı tamamlayan, açlığa çare bir gıda maddesi olarak çok önemli bir açığı kapatıyordu. Muhacir çıkan Trabzon halkı geri döndüğünde çok büyük kıtlık çekmişti. Patates o günlerde yine kurtarıcı bir besin olarak karşımıza çıkmıştı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında çıkan gazeteleri incelediğimizde, bizzat devletin patates üretimini teşvik ettiğini görürüz. Ekmeğin karneye düştüğü o yıllarda patates yine açlığa karşı besleyici besin kaynağı idi. Patates şimdi geliştirilmiş farklı ürünleri ile hemen herkesin sevdiği bir yiyecek.

Trabzon’da da paşa patatesi, mor patates urus (Rusların Trabzon işgali sırasında getirdikleri patates tohumlarından üretilmiş diye halk arasında söylenir), sarı patates diye adlandırılan bu yiyecek türü özellikle yazın kırsalda haşlamasının yanında tuzlu hamsi ve turşuyla iyi gitmez mi?


 

Günümüzde orijinal yapısını koruyan ve o beldede yetiştirilen Düzköy, Maçka patatesi halen varlığını sürdürmekte.
Evet, patates deyip geçmeyin bugün bile kıymetli değil mi?

 


Resim Altı: İngilizler İkinci Dünya Savaşı’nda patates tüketimi için halka çağrı yapan afişler hazırlamışlardı.

***

TRABZON’DAKİ BANKALAR VE KÜLTÜR SANAT

Trabzon’da aklınıza gelebilecek her bankanın şubesi vardır. Bazı bankalar ise bir kaç şube ile kent merkezinde hizmet vermekte. Maraş Caddesi için bankalar caddesi diyebiliriz. Bunca banka şubesi kentin kültür ve sanatına nasıl bir katkı sağlamakta? Bugünü sonra değerlendirelim. Ama biliyoruz ki bazı bankaların Trabzon'da sanat galerileri vardı. İş Bankası’nın Kunduracılar Caddesi’ndeki tarihi binanın giriş katında sevimli bir sanat galerisi mevcuttu. Bu Sanat Galerisi, binanın bir giyim firmasına verilmesine kadar hizmetine devam etti.
Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nin faaliyetinin yanı sıra İş Bankası Sanat Galerisi de hizmet sunuyordu. Sanatçıların da ilgi gösterdiği salon tarihi bir yapı olduğundan güzel bir ambiyansa sahipti. Bir bankanın böylesine tarihi mekânı ticari endişe duymadan sanat etkinliklerine ayırması çok anlamlıydı. Ama bugün bu bina artık büyük bir giyim firmasının mağazası olmuş. İş Bankası’nın kendi yayınlarının satıldığı küçük bir kitap satış yerini kültür hizmeti olarak vermesi takdir edilecek bir durum. Lakin sanatçıların eserlerini sergilediği galerinin varlığı İş Bankası adına yakışırdı. Yine Maraş Caddesi’nde yer alan Akbank’ın da bugün faaliyet gösterdiği yerin üst katında bir sanat galerisi vardı. Orda da sergiler açılırdı.

Bu galeriler aynı zamanda yer sorunu olmadan bir kaç yerde sergi açabilme imkânı veriyordu. Bankalar da şehirde o dönemlerde sanatçılara mekân tahsisi yaparak katkı sağlıyorlardı.
Bugüne geldiğimizde bankaların bu tür faaliyetlerinin olmaması Trabzon adına kayıp. Bankaların hadi sergi salonları yok. Kültür sanat faaliyetlerine başka türlü katkı sağlayamazlar mı? Bu arada Yapı Kredi Bankası Yayınları var. İş Bankası gibi Yapı Kredi Bankası da kendi yayınlarını okuyucuya ulaştıracak bir kitap satış yeri açamaz mı? Bankalar içinde bulunduğu kentlerin kültür sanat insanları ve kurumlarına bir şekilde katkıda bulunabilirler. Önceki yıllarda salonlarını tahsis ederek bu hizmeti yerine getiren bankaların konuyu gündeme almaları iyi olur diye düşünüyorum.
Bu arada Maraş Caddesi yakın bir zamanda trafiğe kapanacak. Oradaki düzenlemelerde bankalar, caddeye estetik katkı sağlayacak şekilde katkı sağlayamazlar mı?

***

KÖY HİZMETLERİ VE ÖZEL İDARELER KAPATILMALI MIYDI?
 

YSE, Toprak Su ve Toprak-İskân adıyla yıllar içinde kırsala yönelik hizmet veren bu kurumlar birleştirilerek Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1984 yılında kuruldu. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı olarak hizmetini sürdürürken 2005 yılında kurum kapatıldı. İl Özel İdareleri ise, kuruluşu 1913 yıllarına kadar inen bir tarihe sahiptir. İl Özel İdareleri, 1913 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu Muvakkat ile kurulmuş ve bu Kanunun adı, 16.05.1987 gün ve 3360 sayılı Kanun ile İl Özel İdaresi Kanunu olarak değiştirilmiştir. Bazı maddelerinde zaman içinde değişiklikler olan bu kanun bir asra yakın uygulanmıştır.
2014 yerel idare seçimlerinden sonra Büyükşehir yasası gereği, içlerinde Trabzon'un da bulunduğu tüm büyükşehirlerde İl Özel İdare Teşkilatları kaldırılarak, görev ve yetkileri büyükşehir belediyelerine devredilmiştir. Özel idareler ilin sosyo-ekonomik yapısına, eğitim ve kültürel hayatına, her türlü alt yapı çalışmalarına, yol bakım onarım, yapım işlerine, sosyal hizmet ve yardımların sağlanmasına yönelik işlerde hep ön planda olmuşlardır.
İl Özel idareler aynı zamanda kentin karar mercii olarak İl Genel Meclisi’nde temsili en geniş şekilde sağlayan demokratik bir kurumdu. Kendine ait bütçesi ile kentin her sorununa özellikle kırsala hizmet götürmede gayret içinde idiler. Bütçe hazırlanırken her yerleşim biriminin, mahalle, köy, mezra ve yayla olup olmadığına bakılmaksızın ihtiyaçlar tespit edilip ödenekler imkanlar ölçüsünde bütçeye konulurdu.
Meclis’te iktidar ya da muhalefetten üyeler bulunur, kentin hayrına olabilecek her işte tartışmalar olsa da çoğunlukla ortak kararlar da alınırdı. Özetle, İl Genel Meclisi üyeleri temsil ettikleri ilçelerin sorunlarını taşıdıkları mecliste er ya da geç çözüm bulurlardı. Büyükşehir Meclisi’nde bu tür çalışmaları görmek çok ta mümkün değil. Mesela, İl Özel İdaresi'nin meclis kararıyla bütçesinden sağlık, kültür ve turizm, milli eğitim, hatta emniyet müdürlükleri gibi kurumlara projeleri doğrultusunda ödenek aktarımını Büyükşehir Belediyesi yapabilir mi? İl Özel İdaresi müdürleri/genel sekreterlerinin odalarının önünde hizmet için görüşme talebinde bulunan muhtarların eli boş döndüğü görülmezdi. İşinin görülmediğine kanaat getiren Vali’nin kapısını çalar yine de bir şekilde hizmete ulaşırdı.


 

İl Özel İdaresi’nin işi ne ise ona odaklanmıştı. Şimdi Büyükşehir Belediyesi hem belediye hizmeti verecek hem de Sultan Murat’ta, Zigana’da, Hıdırnebi’de, Şekersu’da, Kadırga’da, Madur Dağı’nda Ayeser’de, Karakaban’da, Cami Boğazı’nda kapanan yolu açacak. Hem Maraş Caddesi’ni düzene sokacak, hem de dağ bayır yayla köy demeden yol, su ve diğer sorunlarını çözecek. İşte bu noktada problem yaşanmakta.
 

Ya Köy Hizmetleri? Köye yol, su gibi hizmetleri götürmede çok nemli görevleri yıllar içinde yerine getirdi. Kırsala hizmet. Kentte işi yoktu. Ama gerektiğinde kent merkezine de olağanüstü zamanlarda yardıma koşardı. Şimdi ise bütün bu işler Büyükşehirlere verilmiş. Büyükşehir statüsüne girmemiş iller halen İl Özel İdaresi’ne sahipler. Genel bütçenin dışında Özel İdare’nin kaynakları ile illerine hizmetlerini sürdürmekteler. Sonuçta bugün İl Özel İdaresi de yok, Köy Hizmetleri de. Sizce hizmetleri aranıyor mu? Büyükşehirler bu kurumların verdiği hizmetleri tam anlamıyla yerine getirebiliyor mu? Mesela Büyükşehir statüsü ile yönetilen şehirlerdeki il ve ilçe yolları bu son kar yağışında kapandı mı?

Şöyle de bir durum da var: Büyükşehir sınırları içinde ilçe ile büyükşehrin sorumlu olduğu yollar bile farklı. Tam bir karmaşa. Bu ülkenin köklü kurumlarının deneyimlerini yok farz edip sil baştan yapmak ne kadar yarar sağlar? Sağlamadığı ortada.