Padula, gizlice Müslüman olan Rum kızıdır.
Vakfıkebir'de Jandarma komutanı olan dedeme ‘Emireri’ kontenjanından verilmiş. Anneannem Padula'yı kendi kızlarından hiç ayırmadı. 
Genç kızların öğrenmesi gerekli her şeyi ona da öğretmiş. Padula çok yetenekliymiş. Abla dediği annemden çok daha başarılıymış. Yufka açarken oklava kullanmaz, üç dört yufkayı elinde açarmış. 
Beline kadar uzanan altın sarısı saçları ve dilbaz yaratılışıyla tüm delikanlıların başını döndürüyormuş. Çevresindeki Rum ailelere belli etmeden gizliden gizliye namazını kılarmış. Nereden duymuşsa, ‘Mübadele’ olacağını öğrenmiş. Hatta listeler caminin kapısına da asılmış. Geceyi ağlayarak geçirmiş. Yad ellere nasıl gidecekti. Bu samimiyeti, bu sevgiyi başka nerede bulabilirdi. Sabahleyin ağlayarak uyanmış anneannemin ayaklarına sarılmış, ‘Ne olur annecik beni yabancı ellere yollama. Kulun, kölen olayım!’ demiş. 
Anneannem merhametli bir Osmanlı hanımıydı. Padula'yı teselli etmiş. “Hele bir dur. Beybaban uyansın. Ona bir yol çıtlatayım” demiş. Dedem, Ömer Onbaşı, Yemen Kahramanlarındandı. Savaş meydanları onu sert mizaçlı acımasız yapmıştı. Anneannem sabah kahvaltısı sırasında dedemin yumuşak bir anını kolluyordu. Bir ara, “Beyim, kızmazsanız bir maruzatım var” demiş. 
Dedem, “Hatun kızılacak bir şey ise bana söyleme” demiş. Bu sözden cesaret alan anneannem “Padula bizim öz kızımız gibi. Bize çok büyük hizmetleri oldu. Daha da olacak. Şu Osmanlının buyruğuna uymasan olmaz mı? deyince dedem “Hanım sen neler söylersin? Emir büyük yerden...” diye cevap vermiş..
Padula bu fırsatı kaçırmak istememiş. Yerinden fırlayarak dedemin eteklerini öpmüş. “Ne olur Beybaba. Beni yaban ellere gönderme...” 
Rahmetli dedem o gün Pardula'yı kendi nüfusuna geçirmiş. Çok sevdiği bir askeriyle de evlendirmiş. Aradan yirmi beş yıl geçmiş. Babamın ölümünden bir ay sonraydı. Bir akşam kapımız çalındı. İçeriye sarı sarı, çok güzel kokulu bir kadın girdi. Annem şaşırmıştı. Birbirlerine sarılarak uzun süre ağlaştılar. Annem, ‘Padula Padula’ diyordu. 
O ‘Fatma Fatma’ dedi. Yeni adı Fatma'ymış. Tirebolu'nun yüksek bir dağ köyüne gelin gitmiş. Köyde çok sevilen bir önder durumundaymış. Düğünlerin, derneklerin öncüsüymüş yıllarca. Arapça'yı anneannemden, Latin harflerini köy öğretmeninden öğrenmiş. Dört çocuğuna da yüksek tahsil yaptırmış. Yıl 2009. Halil Demirci'yle televizyon çekimi için yolumuz o yöreye düşünce bu öyküyü anlattım. 87 Yaşındaki bir ihtiyar: “Sen o Rum kızını soruyorsun. O yirmi beş yıl önce rahmetli oldu. Çocukları Ankara'da bürokrattır” dedi.
Üzüldüm.
O eli öpülesi nineyi görmeyi ne kadar isterdim. 
Diyeceğim o ki; Bir milleti millet yapan eğitimdir...