TARİHİ BİNA KADERİNE Mİ TERK EDİLDİ?

Çok yazıldı.

Çok hatırlatıldı.

Çok söz verildi.

Eski Türkocağı binası ve Doğum ve Çocuk Hastanesi tarihi binası henüz restore edilmedi.

Binanın girişinde kapı üstünde Atatürk'ün Trabzon'u ziyaretine tanıklık etmiş  tarihi kaktüs çiçekleri bile yoruldu beklemekten.

Çok mu zor?

Her yere para bulunuyor.

Bu tarihi bina neden kaderine terkedilmiş vaziyette çürümeye bırakılıyor?

Sağlık Bakanlığı bu işi yapamıyorsa devretsin Büyükşehir’e, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birimleri bir yerlerde tıkış tıkış çalışma zorundalar.

Yapın orada Resim Heykel Müzesi, Güzel Sanatlar Galerisi, Rölöve Anıtlar Müdürlüğü, hatta Müze Müdürlüğü.

Bakın bina çürüyor.

Sağlık Müdürlüğü keşke oradaki birimini devam ettirseydi.

Yaşayan mekanlar sağlam dururdu hiç değilse.

Yine hatırlatacağız.

Belki duyan olur.

Belki bir açıklama yapan olur.

Belki restore edilip fonksiyon vermek üzere harekete geçen olur.

Şehirde giderek azalan bu tür yapılardan biri olan bu tarihi eserin sahibi yok mu?

Trabzon adına gündemde tutmaya devam edeceğiz bu konuyu.

***
 

AFGANİSTAN’DA ERKEKLER KAÇIYOR KADINLAR HAK ARIYOR

Afganistan'da Taliban yönetimi ele geçirince genç erkeklerden oluşmuş kafileler halinde ülkesinden kaçan insanların görüntüleri için çok farklı yorumlar yapıldı.

Amerikan ordusu ile işbirliği yaptıkları için kaçmak zorunda kalsınlar dahil, artk Afganistan'da bu şartlarda yaşanmaz diyerek geleceklerini başka ülkelerde aramak zorunda kaldılar diye de dendi.

Ama bir tuhaflık vardı bu kaçışlarda.

Türkiye sınırından geçenlerin hemen hepsi sportif yapılı genç erkekler.

Ne anne ne baba ne eş ne de kız kardeşler vardı bu kafilelerde.

Önceki günlerde bir haber ve beraberinde fotoğraflar üştü dünyanın gündemine. 

Afganlı kadınlar hak ve hürriyetleri için Taliban'ın gözü önünde protesto gösterisinde bulundular.

Kadınlar silahların gölgesinde hiç kimsenin cesaret edemediği bir olayı gerçekleştiriyordu.

Sizce de bir gariplik yok mu bu durumda?

Erkekler mücadele etmeden ülkesinden kaçıp giderken kadınların Kabil sokaklarındaki Taliban'ı protestoları çok anlamlıydı.

Afgan ordusunun bile direnmediği Afganistan'da kadınların bu yürekli karşı duruşu tarihe çok önemli bir not olarak düşmüştür.

Kadınlar hükümette temsil edilmek, haklarının kısıtlanmamasını sağlamak için giriştikleri protestolar tüm dünyada yankı uyandırdı.


***


TEMEL REİS DİYOR Kİ: DENİZ BİZİM TARLAMIZ ONA İYİ BAKMALIYIZ


Yılların balıkçısı Farozlu Temel Demirkaya namı değer Faş Temel: “Deniz çalışan için bereketli bir tarladır.”

Balık av sezonu başladı.

Artık sofralarımızda daha çok ve daha fazla çeşit balık göreceğiz.

Zaman zaman denizin sakinleştirip dinlendirici etkisini yaşamak üzere Faroz’da balıkçı barınağına gider dostlarla martıların eşliğinde çayımızı yudumlarız.

Faroz Limanı’ndaki balıkçı dostlarımızı bu defa tatlı bir heyecan ve çalışma içinde bulduk.

Ertesi gün başlayacak balık avı sezonu için hazırlıklar tamamlanmış artık denize açılmaya hazırdılar.

Temel reisle teknede sohbetimizi yaparken küçük kayıklar da bir bir denizden dönüyordular.

Faroz Trabzon'un balıkçı mahallesi olarak bilinir.

Fener anlamı taşıyan Faroz da kentleşmeden nasibini alan mahallelerimizden biri.

Bahçesinin hemen altında dalgaların sesini duyan, ayağını uzatsa denize giriverecek olduğu evlerden eser yok şimdi.

Faroz'da hayat deniz ve balık üzerine kurulu idi büyük ölçüde bir zamanlar.

Ağlar bereketli avlar için örülür, tekneler Karadeniz'in hırçın dalgalarına hükmetmek için bakım yapılırdı.
Balıkçı sabahın ilk ışıklarını dahi beklemeksizin hazırlıklarını yapar, “Vira bismillah” deyip rızkının peşine Karadeniz'in soğuğuna aldırmaksızın denize açılırdı.

Bu yaşam tarzı yıllar boyu devam etti.

Evler, içinde başta incir ağacı olmak üzere portakal, mandalina, gibi meyve ağaçları ile donanmış bahçesi ile bir adım ötesinde  denize komşu idi.

Kayıklar kumsalda…

Balıkçı aileler hazırlıklarını yapmış...

Sonrasında bereketi ağlara dolmuş denizin cömertliği.

Ama bir yol geçti, Trabzon'un tüm değerleri gibi Faroz da alt üst oldu.

O bahçeli evler denizden uzaklaştı.

Kumsala çekilen kayıklar görünmez oldu.

Balıkçılar azaldı. Martılar bile doğal yaşam alanlarından uzakta şehrin içlerinde çöplerde rızkını aramaya başladı.

Çünkü balık yoktu.

Güneşli bir günde Faroz'un en eski balıkçılarından Temel Demirkaya ile sohbet ederken geçmişten günümüze şöyle bir maziyi andık.

Namı değer Faş Temel diyor ki; “Evet deniz eski bereketini kaybetti.

Bunun birçok sebebi var.

Sahillerin kaybolması, çevre kirliliği, bilinçsiz avlanma. Bunların hepsi doğru. Ama doğru olan bir şey daha var, o da tembelliğe alıştık.

Bakın yan tarafta avdan dönen arkadaş ayağına kadar gelen müşteriye istavriti kilosu 40 TL'den sattı.

Sohbeti yaptığımızda av yasağı sürüyordu (şimdi istavrit 15 TL).

Yatmayacaksın.

Rızkının peşine koşturacaksın.

Deniz bizim tarlamız.

Ona ne kadar değer verirsek o kadar verim alırız.

Tabi ki denizimize bizim kadar yetkililer de sahip çıkmalı.”

Faş Temel haklı.

Evet deniz bizim tarlamız.

Koruyup kollayalım.

Başta yetkililer...

Yol geçecek, tesis yapılacak, doldur denizi.

Arıtmadan şehrin kirini boşalt denize. 

Çöpünü at denize. 

Zinos derler aynı zamanda martıya.

Erdoğdu tepelerinde çöp kutularının başında karnını doyurmaya çalışan denizin bu sevimli

Hayvanlarının çığlıkları bizi uyarsın bari.

***

DÜN NEYSE BUGÜN DE AYNI

Muhtemelen Ayasofya'nın altı.

1950'lili yıllar.

Tek tük araç geçiyor.

Araçtan çok at eşekle insanlar yükünü taşıyıp çarşı pazar işini görüyor.

Gürültü bugüne kıyaslarsak yok denecek kadar az.

Ama yine de insanlar rahatsız olmuşlar ki, Belediye bir levha ile sürücüleri uyarma ihtiyacı duymuş.

Saat 18.00/08.00  arası “klakson çalma”yı yasaklamışlar Trabzon'da.

Yani bugünkü deyimiyle kornaya basıp durmak yok.

Ara sokaktaki yolcuyu çağırmak için, önündeki araca yol versin diye uyarmak için, kızdığım araç sürücüsüne tercümesi içinde olan korna sesi ile hayıflanmak için, düğün konvoylarında, asker uğurlamalarında, gece yarısı alemlerde, olur olmaz zaman ve yerlerde korna çalmayı yasaklamış o yıllardaki yöneticiler.

Bugün; evde hasta mı, uyuyan çocuk mu var demeden gelip geçen konvoyların çıkarttığı gürültü bir yana Meydan'da, Maraş Caddesi'ndeki karmaşa başlı başına bir stres kaynağı.

Keşke trafikteki tek sıkıntımız o yıllardaki gibi “klakson çalma” olsaydı.

Önde at, arkada bisikletli, daha arkada da bir kamyonet.

Topu topu trafik yoğunluğu bu kadarmış o yıllar.

Korna yasağına uymayan varmış yine de uyarma ihtiyacı duymuş zamanın yetkilileri.

Bugüne baktığımızda her yeri bu levhalarla doldurmamız gerekecek.

Bunu da üzülerek belirtmek zorundayım.

Bunca zaman geçmesine rağmen trafikte değişen çok bir şey yok “korna ile konuşma” açısından...