Kimileri soru sorar ve yanıtını arar, kimileri de sorar ve geçer, peşinden gitmez sorularının.
Nagehan, sıradışı pek çok soruyu soruyor hayata dair, üzerinden geçmiyor ve anlamlarını arıyor. Soruların büyük olanı da “BEN”, bu soruların içerisinde: “Ben kimim ve ben neyim, ne istiyorum, neyin peşindeyim?” Toplumun biçtiği rolleri, geleneği, göreneği, toplumsal değerlerin çizdiği dar alanları aşar ve evrensel insan olmaya çalışan karakterlerle yola çıkar. Ruh ve maddenin ötesinde yaşamın anlamını yakalamaya çalışır.
Aklın, beynin sınırlarını zorlayarak aldığı kültür, felsefe, edebiyat, bilgi birikimi ve tarihi zorunluluklarla içinde yaşadığı dünyanın kabuğunu kırar. Anlamını aradığı sorularla dayandığı kapılardan kimi zaman umutla, kimi zaman umutsuzlukla ve karamsarlığa gömülerek ayrılır. Yaşamın diyalektiği ile sevinçlerin, güzelliklerin peşine düşer…
Kimi zaman kapılardan içeri girer, kimi zaman da kapılar üzerine kapanır.
Her soru yaşamanın anlamlarına açılacak pencerelerden biridir. O pencereler ki, yaşama sevincini doğayla, evrenle bütünleşerek, rüzgarlarla, göllerle, ırmaklarla, denizlerle, kuşlarla-kuş sesleriyle, çiçekler ve kokularıyla, kitaplar, duygu ve düşünceleriyle hayat yelkenine dolduracak, güzelleştirecek birer etken olurlar.
Ararken Sokrat’tan, Eflatun’dan, Aristo’dan Hegel’e uzanan bir çizgide idealizmle karşılaşırken, yaşamın zorlukları, acılar, acımasız gerçekler, bireysel ve toplumsal sınıf farklılıklarının Marks’ı yarattığını fark eder. Bir yanda “ideler dünyası”, diğer yanda “acımasız gerçekler”!
“İnsan nerede vardır?” Nagehan’ın yaşama yüklediği anlam işte bu arayıştadır.
Toplumsal inanış ve alışkanlıklardan kurtulup Sartır ve Kamü’ye gelene kadar yaşam, tüm anlamlarından sıyrılıp saçmalaşırken, yine de “yaşamak güzel şey be kardeşim”, “öleceksin, henüz hayattayken yaşamana bak” la değer kazanır; ölümle, ayıpla, günahla ve yasakla hayat çirkinleşirken… Önemli ve değerli olan güzellikleri özgürlükler ortamında yaratmaktır. İnsanları yakan, engizisyonlarla, zindanlarla çürüten hangi “inanç sistemi olursa olsun” yaşama değer ve anlam katmadıkları gibi hayatı yaşanmaz kılışlarıyla da iğrençleşirler. Üstlerindeki karı delerek güneşe uzanan kardelenlere yaşama hakkı tanımazlar.
Romanın örgüsü, ünlü bir yazar olmak isteyen Jane adlı genç bir kadın etrafında kurgulanır… Alışılmış değerlerin dışında yarattığı, kültürel, felsefi ve edebi dünyasıyla, varoluşun tüm sancılarını, acılarını, karamsarlığını da katarak hayatının merkezine oturtur. Ne var ki, doğal olayların-hiçbirinde seçme hakkımız olmadığı gibi, kaçınılmaz sonlarının acısını çekmekten başka seçeneğimiz de kalmaz. Ölüm-acı-çirkin ve zalimce; gözyaşı ve boşluktan öte bir anlam yaratmıyor. Kimi korkunç gerçekler sindirilecek olgular değil. Ama susmayı, teslim olmayı da gerektirmiyor. Varoluş bu noktada derin bir anlam kazanıyor. Yazar yeni arayışlara çıkıyor, hayatı güzelleştirecek, yaşanılır kılacak… “Yeni Dünya Nimetleri.” Yaşamın bitmez-tükenmez kaynağı sevgi. Biyolojik gerçekler de öyle. Güdüler, dürtüler bünyemizi ve beynimizi, düşüncemizi ve duygularımızı beslerler; bunlar bizim gerçekliğimizdir. Suyu, şarabı içmeden anlamlandıramayız. Varoluş, doğal gerçekliğin üstüne seçtiğimiz beyinsel ve toplumsal yalnızlıklardaki mutluluk verecek sevgiler, güzellikler ve yaşamsallıklardır; terk edip sırtımızdan attıklarımızdır, “hayır” diye direndiklerimizdir. Anlamını bilmesek de kuşun sesi, çiçeğin kokusu, elmanın rengi ve tadı onların varoluş özellikleridir. Kuşun sesi, çiçeğin kokusu, elmanın rengi nasıl bir özgür varoluşsa öyle… İnsan da kendi varoluşunda öyledir.
Roswell’in Kızı, dilin, düşüncenin beyinsel anlamların genç bir insanda bu denli mükemmel bir anlatımla doruğa çıkması beni umutvarın ötesinde etkiledi ve mutlu etti. Her şeyin anlamını derin bir incelikle yakalayıp ustaca irdelemesi, gençliğin ötesinde bir olgunluktur. Gururla, “yeni bir romancı doğuyor” diyebilmem, mutlulukların en güzelini yaşatıyor bana.
Ne kadar insana ulaşacak, ne kadar insan okuyacak ve ne kadar insan yazarın ve kitabın değerini bilecek, takdir edecek? Bilemem. Bu bir tanıtım ve reklam işidir. Daha dün denecek kadar yakın bir geçmişte ben, Suat Derviş’in çok iyi bir kadın yazar olduğunu bilmiyordum. Kafamda o, hep bir erkekti. Bu, Suat Derviş’in değil, benim hatamdı. / Ünlenmemen senin değil, olsa olsa ulaşılamayan okuyucunun eksikliği olur.
Mutlu olman için yaz, yaşama sevincini duyman için yaz, hiçbir karşılık beklemeden yaz, durmadan yaz! Önemli, önemsiz, değerli, değersiz demeden yaz. Yazarın dünyası, sevgileri, zevkleri, aykırılıkları, sıradışılıkları, dostlukları, arkadaşlıkları yazdıklarındadır. Hırslarını iyi yönet, yaratıcılık bir bakıma oradadır ve umutsuzluğa düşüp yazma isteğini köreltme. Karamsarlık çok kötü bir düşmandır. Onunla dost olma! Tüm enerjini tüketir.
Tabloların, renklerin tanımına, tahliline, yorumuna bayıldım. Ressamlarla resim yapanın duygusal bağlantılarını kurgulamandaki pisişik olayları vurgulamayı ve şişedeki boyayı içmekle yaşanan intiharı çözmen çok ilginç ve çarpıcıydı. Kitap muhteşem ve sıradışı…
Okumayanlar bile okuyunca sevecek. / Yeni romanlar bekliyorum.