Soykırımın dehşeti karşısında sessiz kalmak, insan olmanın en temel dürtüsüne aykırıdır.
Vicdan sahibi her birey, bu acımasızlığa bir şekilde sesini yükseltmek ister. İşte tam da bu noktada, sivil toplum kuruluşlarının, vakıfların ve çeşitli platformların düzenlediği barışçıl yürüyüşler anlam kazanır. Bu yürüyüşler, kentlerin huzurunu bozmadan, ticaretin akışını engellemeden, sessiz ama etkili bir feryat gibi yankılanır. Amaç, farkındalık oluşturmak, kamuoyunu harekete geçirmek ve insanlığın ortak vicdanını canlandırmaktır.
Siyasetin araçları ve sorumlulukları ise farklı bir düzlemde ilerler. Siyasi partiler, derinlemesine düşünce üretmek, uluslararası arenada temaslar kurmak ve sonuç alıcı politikalar geliştirmekle yükümlüdür. Eğer bir siyasi aktör gerçekten samimi bir duruş sergilemek istiyorsa, küresel vicdanı yaralayan bu tür olayları uluslararası platformlarda gündeme taşıyabilir, diplomatik yollarla çözüm arayışlarına öncülük edebilir. Kendi iç sorunlarını örtbas etmek için dış aktörlerden medet ummak yerine, evrensel değerleri savunmak ve adaletin tesisi için çaba göstermek, daha onurlu bir yaklaşım olmaz mıydı?
Ne yazık ki, son zamanlarda şahit olduğumuz bazı eylemler, bu ideal tablodan uzak bir görüntü sergiliyor. Yasa dışı yöntemlere başvurmak, savunmasız insanları ön plana sürmek ve onların arkasına sığınmak, şehirleri kargaşaya sürüklemek ve esnafı mağdur etmek, meşru bir siyasi hareketin sınırlarını aşmaktadır.
Yüzünü gizleyerek şiddet eylemlerine karışanlarla aynı taktikleri benimsemek, bir siyasi iddiayı sokak zorbalığına indirgemektedir.
Dahası, bu tür eylemlerin ardındaki gerçek niyet de sorgulanmaya açıktır. Ülkenin kaynakları üzerinde sürekli bir hak iddia eder gibi bir tutum sergilemek, vatandaşları fişlemeye yönelik çabalar ve ekonomik zorlukların yaşandığı bir dönemde yeni taleplerde bulunmak, toplumsal güveni sarsmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Halkın yaşadığı sıkıntıları görmezden gelerek sürekli yeni "kaynak" arayışında olmak, vicdan sahibi herkesi derinden yaralamaktadır.
Sonuç olarak, zulme karşı yükselen haklı tepkileri anlamak mümkündür. Ancak bu tepkilerin, siyasi çıkar elde etme ve toplumu manipüle etme aracı haline getirilmesi asla kabul edilemez. Siyaset, kaos yaratmak değil, akılcı çözümler üretmek ve toplumsal huzuru tesis etmektir. Umuyoruz ki, siyasi sorumluluk taşıyan herkes, en kısa zamanda bu bilinçle hareket eder ve evrensel vicdanın sesine kulak verir.