Batı Tırakya, Musul ve Kerkük, “Misakı Milli sınırları dışında kaldı” diye Mustafa Kemal Atatürk’e yapmadıkları küfür, hakaret, aşağılama, çamur atma ve karalama bırakmadılar. Dersiniz ki, “vatanı, vatan toprağını” çok seviyorlar. Oysa aynı bu “adamlar”:

Mondros’la yapılan işgalleri, “Teali İslam” Cemiyetiyle “misafirimizdirler, kötü muamele etmeyiniz” diye işgalciler lehine Anadolu halkına uçaklar dolusu bildiri yazıp dağıtanları, “büyük İslam alimi” diye övünerek anlattılar. Sevr’i görmezden gelerek Kuvayı Milliye ve komutanlarına “hain, dinsiz, imansız” diyenleri, / “katli vaciptir” diye “idam fermanları” çıkaranları değil yazmak, ağızlarına dahi almadılar. Bu adamlar, bağımsızlık, özgürlük, antiemperyalist mücadele verenlere karşı “başarısız olsunlar” diye “Kuvayı İnzibatiye” ordusunu kuranları, isyanlar çıkaranları “vatansever” diye alkışladılar.

Dün İngilizlerle olanlar, bugün Amerika ile aynı “davanın” peşindedirler. Her ne kadar “yerli ve milli” olduklarını söyleseler de görünen köy kılavuz istemez; asla Türklerin, Türkiye’nin, bilimin ve çağdaşlığın yanında değillerdir; Türk Lirasını değil, Amerikan dolarını önemser ve düşünürler. Tek ilkeleri “ülkeyi batırmak, iflas ettirmek pahasına da olsa iş yapar görünerek” sanayileşmeye ve çağdaşlığa inanmamaktır. Bunu daha önce yapan ve Osmanlı’nın 1875’te “iflasını” isteyenleri, altı yıl sonra da İngiliz, Fıransız, Alman, Hollanda, Avusturya ve İtalya gibi alacaklı ülkelerin temsilcilerinden oluşan “Duyunu Umumiye” “gelir kaynaklarını” teslim eden politika yürütenleri, bugün “ulu hakan, cennetmekan” sıfatlarıyla anıyorlar, adı “unutulmasın” diye bazı yerlere vermekten de çekinmiyorlar.

O “ulu hakan ki”, “Fransızca bilen, klasik müzikten, operadan, tiyatrodan zevk alan, polisiye romanlar okuyan, gençliğinde içki içen, el sanatlarına meraklı, iyi bir marangoz, bir hayvan sever, eğitime önem veren, çağdaş okullar açan”, Osmanlı’yı otuz üç yıl ayakta tutmaya çalışan bir “monarktı.” Ama kimi Osmanlı aydınlarını da çıkarları için zindanlarda boğduran, borsa ve faizle zengin olan, içki fabrikasının açılışına izin veren, sürekli öldürülme korkusu yüzünden donanmayı Haliç’te çürüten bir Padişah’tı.

Tahta geçerken “meşrutiyeti” ilan edeceğini, “Meclisi Mebusanı” açacağını söyleyen, anayasa yürürlüğe konduktan sonra padişah olup devlet güçlerini ellerine alan II. Abdülhamit, anayasa ve değişim yanlılarının bir kısmını zindana attı, kimilerini sürgüne gönderdi; kendine muhalif olacakları tek tek “Payı Tahttan” uzaklaştırdı, sultanlığının ve hükümdarlığının garantisini sağladıktan sonra, 1878'de meclisi kapattı. 33 yıllık “istibdat” diye adlandırılan ve jurnalcilerin ispiyonlarıyla sürdürülen bir dönemi başlattı.

“Ekonomik anlamda büyük çöküş yaşayan Osmanlı Devletinin, devlet düzeninin bozulmasıyla gelirleri azaldı, savaşların hemen hemen tümü yenilgiyle sonuçlandı, sık sık savaş tazminatı ödemeye mahkûm edildi. Sanayileşmenin dışında kalan Osmanlı, yeterince vergi toplayamadı, üretim yapamadı, ekonomide büyük sorunlar yaşadı. Avrupalı devletlere birer imtiyaz olarak verdiği kapitülasyonlar maliyesini içinden çıkılmaz bir duruma getirdi.”

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşıyla birlikte Osmanlı, borçlarını ödeyemeyeceğini açıklayarak moratoryum ilan etti. Alacaklılarla yeniden masaya oturarak anlaşma sağladı. Galata Bankerlerine Rüsumu Sitte idaresi ile bıraktığı hakları iki yıl sonra Muharrem Kararnamesiyle kaldırarak Duyunu Umumiye ile birleştirdi. Duyunu Umumiye Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma, ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden aldı. II. Abdülhamit döneminde İmparatorluk resmen “yarı sömürge bir devlet” durumuna getirildi.

“Georgios Yorgo Zarifi, Abdül Aziz ve IV. Murat’a borç veren ve servetlerini idare eden, özellikle II. Abdülhamit’le ilişkileri çok yoğun ve bir o kadar da özel olan, oldukça kudretli Bir Galata Bankeriydi.” II. Abdülhamit, 113. İslam Halifeliğini, haramı düşünmeden kazancını- maaşını bu Banker Zarifi aracılığıyla borsaya ve faize yatırıyordu.

II. Abdülhamit, 1882-1900 yılları arasında 20 bin kadar Rus Yahudi’sine toprak satarak Filistin’e yerleştirdi. Abdülmecit ve Abdülaziz zamanlarında oluşturulan ve II. Abdülhamit zamanında Haliç’e bağlanan, “asker darbe yapar” korkusuyla atıl bırakılıp çürütülen dünyanın en büyük donanmalarından biri iş yapamaz duruma getirildi. Ege’ye çıkamayan II. Abdülhamit, Yunan gemisi Averof’a Ege’yi ve Adaları teslim etti.

Tarih bilmek geçmişle yüzleşmek demektir. Tarihini bilmeyen, geçmişiyle yüzleşip doğruları, yanlışları göremeyenlerin, ya da yalandan uydurulmuş “tarihlerle avunanların” geleceğe taşıyacakları hiçbir değerleri, düşünceleri, inançları yoktur. Onlar geçmişle övünür dururlar, uydurdukları masalları “gerçek” sanırlar, gelecek kuramazlar. Tarih tarihçilerden öğrenilir, hikaye, masal yazanlardan değil. “Bir karış toprak kaybedilmedi” inanılan masallardan biridir.

Tarihin yanından, yöresinden geçen ve gerçeğe saygı duyan her insan şunu sorar, öğrenir ve bilir: II. Abdülhamit zamanında hangi siyasi olaylar, hangi savaşlar, hangi antlaşmalar yapıldı, neler kazanıldı, neler kaybedildi? Önyargı beyni dondurur, gözleri kör, kulakları sağır eder:

II. Abdülhamit’in saltanatı döneminde yaşanan siyasi olayların başlıkları şöyledir: 1876 Tahta çıkışı ve Birinci Meşrutiyet / Balkanlarda karışıklıklar ve uluslararası müdahale. Sırbistan ve Karadağ ile savaş (1876-1878) ve Tersane Konferansı. / 1877-78 Türk-Rus Savaşı (93 Harbi). Bosna Hersek ve Yenipazar’ın Avusturya tarafından işgali (1878). / Kıbrıs’ın İngilizler tarafından işgali (1878) ve İngiliz bayrağının Kıbrıs’a çekilmesi. Tunus’un Fransa tarafından işgali (1881). Borçların ödenemez duruma gelmesi ve Borçlar İdaresi’nin (Düyun-u Umumiye) kurulması (1881). Yunanistan’ın Teselya’yı alması (1881). Mısır’ın İngilizlerce işgali (1882). Somali’nin İngilizlerce işgali (1884). Habeş Eyaletinin İtalya tarafından işgali (1885). Şarki Rumeli’nin Bulgaristan’a katılması (1885). Makedonya’da tedhiş hareketleri, Ermeni isyanları (1891-1895), Yunanistan ile savaş (1897), Girit’e özerklik verilmesi (1898), Kuveyt’in özerklik kazanması (1899), Yemen İsyanı (1905), İkinci Meşrutiyet (1908), Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi (1908), Avusturya’nın Bosna-Hersek’i alması (1908), Girit’in Yunanistan’a katılması (1908), İkinci Meşrutiyet, 31 Mart Ayaklanması ve Tahttan İndirilişi…

Özetlersek, “bir karış bile verilmeyen II. Abdülhamit’in 33 yıllık saltanatı süresince” Tunus, Girit, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan, Bosna Hersek, Niş, Teselya, Kars, Batum, Ardahan Osmanlı haritasından silinmiştir, yani iki Türkiye büyüklüğünde toprak kaybedilmiştir.

Ya bunları Atatürk yapsaydı ne derdiniz? / Sağlıkla, sevgiyle kalınız.