Parti olmuşlar, kendilerini anlatamıyorlar. Neyi, neleri, hangi düşünce ve inançları temsil ediyorlar, varlık nedenleri nelerdir, niçin kurulmuşlardır? Türkiye için, Türk milleti için, insanlık için ne yapmak istiyorlar? Dünya barışına, huzura, mutluluğa, refaha katkıları ne olacaktır? Diğer muhalif partilerle ortak bileşenleri nelerdir? Ekonomiye, kültüre, devlete, hukuka bakışları nedir?

Muhalif partiler kendileriyle kavga ediyorlar, iktidarla değil. Birbirlerinden oy almaya çalışıyorlar, iktidardan değil… Muhaliflik bu mudur? Pazarlıkla iktidardan bir şeyler kopardılar mı iş tamam. Davaları bitiyor.

Türkiye’de seçime otuz altı parti girdi. Bu demektir ki, Türkiye’nin sorunlarına 36 altı değişik bakış ve 36 değişik çözüm yolu var. Oysa partilerde, oturdukları sandalyeleri sarsılan, düşecek gibi olanlar, salt “siyasi çıkarlarını korumak”, partilerine ve genel başkanlarına öfke ve kızgınlıklarını sürdürmek için bir parti kurarak siyasi kavgalarını veriyorlar. Ülkenin ihtiyaçlarından yola çıkarak, ulusal ve evrensel ilkeler taşımayan her siyasi kuruluş çıkar hesapları peşinde koşuyor demektir, ülke, toplum, insanlık umurlarında bile değil. Ne vizyonları var, ne de misyonları…

Otuz altı partinin birkaçı hariç diğerlerinin tamamına yakını “siyasal İslam” bayrağı altında gibi... Ve tümünün Anayasayla, Atatürk’le, Cumhuriyetle, çağdaşlıkla, laiklikle, akılla, bilimle, hukukla, yargıyla, adaletle yolları bir şekilde kavgaları var. Yaşamın güzelliklerine, ilerlemeye, gelişmeye, bu dünya nimetlerinden azami derecede yararlanmaya, mutlu olmaya alerjileri var. Betonu, yolu, köprüyü, tüneli seviyor, fabrikayı sevmiyorlar. Tüketimi seviyor, boyuna ithalat yapıyor, üretime çaba vermiyorlar. Yabancıları-sığınmacıları seviyor, bol keseden harcıyor, sıra kendi halkına, memuruna, işçisine geldiğinde “kılı kırk yararcasına hesap ediyor”, vermiyor, sevmiyor, “oy verirseniz hizmet alırsınız, oy vermezseniz hizmet de yok” diyorlar.

Öyle camiye gittiklerine, Allah’a inanıp güvendiklerine, “her şey Allah’tandır” demelerine bakmayınız, başları sıkıştığında ilk koştukları yer ya bankalar, döviz büroları, ya da hastaneler ve doktorlardır. Oralardan imkan ararlar, deva ararlar, sağlık ararlar. Parayı, altını, dövizi-doları görünce de bir şeycikleri kalmaz.

Bu ülkede devletin temeline dinamit konuluyor, Anayasa çiğneniyor, Anayasa Mahkemesi kararları, mahkeme kararları uygulanmıyor, muhalif kesimden etkin bir direnişi gösterilmiyor. Oysa tüm haklar, tüm özgürlükler, tüm siyasi partiler Anayasal güvence altındadır. Hakkın, hukukun aranacağı, teslim edileceği tek yer orası, Anayasa Mahkemesi’dir. O da rafa kaldırılırsa bireysel-toplumsal hak ve özgürlükler, barınma ve “yaşama hakkı” nasıl güvence altında alınacaktır? Bu konuyu bile enine-boyuna ağzına almayan muhalefetin bir kısmı, iktidarın neresinde kalır o zaman? İktidardan farklı mı düşünmüş olur? Anayasa’nın %80’ini değiştiren bir iktidar, yine memnun kalmıyor. “Anayasa’yı değiştirelim” diyor. Demek ki “davasını gerçekleştirecek yeni maddelere” ihtiyaç duyuyor. Uygulamadığı, göstermelik olarak kalan maddelerin başında, her fırsatta iktidarın “tartışılabilir, ayet değil ya” dediği Anayasa’nın ilk dört maddesidir. Atatürk ilkeleri ve laiklik sözde duruyor. Vekil olurken üzerine yemin ettikleri Anayasa “bir defa delinmekle bir şey olmaz” diyen anlayışla, ırzına geçilen çocuklar için, devrin Aileden Sorumlu Devlet Bakanı “bir defa ile bir şey olmaza” işi taşıdı. Şimdi de “Anayasa tanınmazsa ne olur” a getirildi. Zaten diyorlardı, “ben Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımam.” Söz konusu çıkarlarsa onlar için “Nas” olsa ne yazar, “nas” da teferruatta kalır.

Sorunlar karşısında muhalefetin buluştuğu ortak payda nedir? Bileniniz var mı? Seçime gidiliyor. Altılı Masa varken “ortak bileşenler” yaratmaya çalışıyorlardı; hatta bir ara ortak bir umut da oluşturabilmişlerdi. Sonra “yıktılar haneyi, eylediler viran.” Şimdi herkes “ayrı telden çalıyor” ve rüştlerini kanıtlamaya uğraşıyorlar. Bırakınız umudu, kendilerine inanmayan ve çıkarları peşinde koşan bu “particiklerin” güçleri ne olacak? Büyük partilerin çevresinde “pervane gibi” savruluyorlar. Çıkar meselesi öyle bir hat safhaya vardı ki, “rejimin değişmesi, devletin eyaletlerle federal bir yapıya” dönüşmesi bile pırogramlarına girebiliyor. Yeryüzünde “devlet yıkma özgürlüğü salt anarşist ve teröristlerin” hak olarak gördüğü bir eylemdir. Siyasiler, çıkarları için-birkaç yüz bin oy için-vatanı, milleti teferruat olarak görebiliyorlar. İktidar partisi, devleti terörize eden bir partiyle “ittifak” kurabiliyor, meclise taşıyabiliyor; herkesin terörist olduğu bir yerde teröristle işbirliği yapan “iktidar, terörist” olmuyor.

Bu devlet neden kuruldu, nasıl kuruldu, bu devleti kim kurdu? Ve neden dönüştürelim?

Muhalefet yanlış düşünce ve inançlarla hareket eden ve “düşünce özgürlüğü” diye her türlü küfrü, zehiri kusanlara karşı ne yapıyor? “Kınıyorum” demekle mücadele olur mu, millet aydınlatılır mı?

Laikliğin “din ile devlet işlerinin bir birinden ayrılması” dışında, bir akılcılık, pozitif ve müspet bir düşünüş ve yaşam tarzı olduğu anlatılabildi mi? Aklını kullanmayanların, düşünmeyenlerin, soru sormayanların, kendileri gibi yaşayamayanlara eşit uzaklıkta durmaları, saygı duymaları, en az kendileri kadar yaşama hakkı olduklarını bilmeleri mümkün mü?

Laiklik akıl işidir, bilgi işidir, sevgi işidir, saygı işidir; ahlaklılık ve evrensellik işidir, herkesi kendisi gibi görmek işidir.

Bu bağlamda laiklik kaç partinin ortak bileşenidir?

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

TURAN BAHADIR                  [email protected]