“Akla dondurma gelir” sanırım hemen herkesin cevabı böyle olacaktır.

Ve açıklaması da peşi sıra kolayca yapılacaktır. 

Doğru değil mi? Bütün ülke Maraş Dondurması’nı tanımıyor mu? 

“Keçi sütlü enfes Maraş Dondurması” dünya markası haline gelmedi mi?

Böylece Maraş’ı da bir celsede tanımlamış oluruz. Zaten son dönemlerde şehirlerin kimliğini, yeme içme gibi kültürleriyle tanımlamak çok moda değil miydi? 

***

Doğrusu Maraş’ın dondurmasına, biberine, tarhanasına söyleyecek sözüm yok, ama şehrin kimliğinin bu daracık alana sıkıştırılmasın haksızlık olduğunu düşünüyorum.

Bilindiği üzere, Trabzon ve Maraş  kardeş şehirler. Hem kardeş şehrimizi, hem de sevdiklerimizi ziyaret amacıyla bir Maraş gezimiz oldu.

Dondurma dışında gördüklerim, bildiklerim ve hissettiklerim çok çarpıcıydı.

***

Göksun’dan süzülerek, Maraş’a doğru yaklaşmak heyecanımızı arttırmıştı. Öyle ya ülkemizin kahramanıyla buluşacaktık, büyük onur.

Şehre girişteki düşüncelerim doğrusu sitem doluydu, elbette ki Türk halkının şehri anlama ve anlatma biçimine. 

Neden Maraş dendiği zaman halkımızın büyük çoğunluğunda şehrin kahraman edasına dönük büyük bir saygı bilinci oluşmamış? Oysa azıcık tarih bilgisi bile, şehre; ceketimizin düğmelerini ilikleyerek girmemiz gerektiğini bize hatırlatmaya yeterdi.

Neden Maraş dendiğinde, ezberci bir yaklaşımla; evet Sütçü İmam der, ama arkasını getiremeyiz. Ve neden Maraşlının “Maraş Bize Mezar Olmadan, Düşmana Gülizar Olmaz” meydan okumasının tarihimizde ki yerinin önemini bilmeyiz? 

Daha fazla siteme takılıp gezi ufkumuzu karartmamak lazım.

Zira yedi bin yıllık tarih ve Dulkadıroğlu Beyliği bizi bekliyor. Bizi bekliyor “Yedi Güzel Adam” ve Abdurrahim Karakoç. Bizi bekliyor edebiyatın başkenti ve Necip Fazıl. Bizi bekliyor; Yörük-Türkmen kültürü ve yetmiş civarında halk oyunu. Varsağılar bizi bekliyor, “Maraş’tan bir haber geldi - hadi gidek Maraş’a” bizi bekliyor.

Çok zengin su kaynakları, İç Anadolu-Akdeniz arası iklim çeşitliliği ve bereketli topraklar, yedi bin yıllık tarihe eşlik ediyor. Gerçekten çok renkli bir coğrafya ve bu coğrafyanın çok ama çok kıymetli sayısız ürünleri, Maraş’ın Allah vergisi zenginlikleri.

Ama ne yazık ki bu güzel coğrafya; tarihe, doğaya ve depreme uyumlu bir mimariyle buluşturulamamış dolayısıyla hak ettiği şehir kimliğine tam olarak kavuşamamış gibi görünüyor. Ama buralara takılmadan; Eski Maraş’a, Milli İrade Meydanı’na, Kahraman Maraş Kurtuluş Müzesi’ne, kalesine, konaklarına, Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi’ne ve diğer müzelere, belli ki gez gez bitmeyecek bir zenginlik.

Şehrin dışında bizi bekleyen yaylalara, mesire alanlarına ve otantik köylere yapacağımız ziyaretin, Maraş’ın sıcağına inat bize nefes aldıracağını biliyorduk, öyle de oldu. Bu arada Başkonuş Yaylası ile Menzelet Barajı ve piknik alanının oldukça etkileyici olduğunu belirtmeliyim. Buralarda belediyenin yaptığı çalışmalar; başta tuvaletler olmak üzere görmezden gelinecek gibi değil, tebrikler.

***

Hemen her şehirde Kapalı Çarşı var, Maraş’ta olduğu gibi. Ama burada ki kapalı çarşıyı ayrı bir yere koyuyorum çünkü burada nesli tükenmekte olan bir esnafla, Bakırcı İbrahim Bey’le karşılaştık. Bakırcı İbrahim, sanki altın çağlardan kalmış birisiydi. Derdi, bir şey satmak değil, bilgilendirmek ve doğru yönlendirmekti. Edebi ve felsefi yönüyle çarşıya ayrı bir hava kattığı belli oluyordu, doğrusu çok etkilendik, Maraş’a yakışmış.

Şehirle vedalaşırken bir başka güzel bir esnaf, Sami Bey’in (Maraş Gurme) tatlı dili ve insani yaklaşımları da ayrılış anımızı renklendirdi.

Gezimize rehberlik yapan; Zehra-Lokman Halil ve Deniz-Ali Akyıldız, Maraş anılarımızda yerinizi aldınız. 

Teşekkürler.