Korkarım ki “Ay bacayı aştı” Hem de çoktan… Ne yazık ki; uzun zamandan beri siyasi ve ekonomik dalgalanmanın yarattığı fırtınadan fırsat bulup, sağa sola bakamaz olduk.
Öyle ki, nicedir yangını büyüyen düzensiz göçmen sorununu artık pek önemsemez, duruma geldik.
Belki de kanıksadık. Oysa “düzensiz göçmen sorunu” giderek çözümsüzlüğe doğru sürükleniyor. Nasıl olduysa oldu “Ay bacayı aştı” Türkiye’nin en önemli sorunu gündemden düştü ya da düşürüldü. Artık görmezden geliyoruz mülteci sorununu. Kabullendik sanki! “Aman bana ne”, “ bana dokunmayan yılan bin yaşasın” Kısaca, nemelazımcı oldu çoğumuz. Sonuç; Görmezden geldiğimiz sorun, çok yönlü bir kuşatmayla birçok alanda kangrene dönüştü. Hangi alandaki dramı, yazımın konusu yapsam bilemedim. Sarsılan demografik dengeler, güvenlik ve adalet sorunu, şehirlerde yeni gettoların oluşması… Bu başlıklar mı önemli? Yoksa; eğitim, entegrasyon, sosyalleşme ve kültürel dalgalanmalara mı öncelik verilmeli? Sağlık, ekonomi, gelecek planlaması gibi diğer alanlara mı bakalım yoksa? Yoksa; sosyal yardımlar, ulusal enerji kaynaklarının kullanımı, asalak geçinme alışkanlığının geldiği boyutlar mı daha önemli? Daha birçok sorunu yan yana yazarak listeyi uzatmak elbette mümkün. Yani hangi yana bakarsanız bakın, orada giderek büyüyen bu sorunla yüzleşirsiniz.
İsterseniz Ardahan’dan bir sürünün peşinden bakın.
Bakarsanız, Afganlı göçmenlerin ayak izlerini görürsünüz. İsterseniz İstanbul Aksaray’da bir restorandan bakın.
Bakarsanız, Suriyeli patronun kasasını görürsünüz. Şayet hala bakıp görebiliyorsak tabii ki. Giderek içinden çıkılmaz bir hal alan bu karmaşık yapı esasen ulusal ve evrensel olmak üzere iki temel noktada düğümleniyor: Ulusal açıdan bakarsanız, düğüm demografiktir. Hatta buna demografik yıkım diyebiliriz. Hem de büyük bir yıkım. Yirmi yıl sonrasının nüfus yapısını dillendirmek bile insanı ürkütüyor. Bu ülkenin asli unsuru olan gençler, evlilikleri çok geç yaşlara sarkıtıp, çocuk sahibi olma kararını çeşitli sebeplerden dolayı bire kadar indirgenmişken, diğer taraf “Saldım çayıra Mevla’m kayıra” anlayışıyla hızla çoğalma güdüsünü sürdürüyor. Bu yetmiyormuş gibi, göçmen kadınlarla yapılan imam nikahla evlilikler, kuma getirmeler ve dost hayatı yaşamalar da cabası. Buradan doğacak olan travmalar tamir edilemez boyutlarda olacaktır elbette. “Ulus Devlet” kimliğinin, kimliksizliğe doğru sürüklenmesi tehdidi artık aşikardır. Evrensel açıdan bakarsanız yıkım insanidir. Şu veya bu sebeple ülkesini terk eden bu insanların büyük çoğunluğu; ekonomiden eğitime, sağlıktan güvenliğe insani yaşam şartlarının çok uzağında bir hayat sürmek zorunda kalıyorlar. İnsani değerlerle birlikte yaşamanın çok ama çok uzağında kalan bu geniş kitlelerin süreç içerisinde hem kendilerine hem de içinde bulundukları topluma onarımı güç yaralar açacakları kesindir. Bu insanların büyük çoğunluğu, gündelik yaşamak zorunda olduklarını düşünmektedirler. Bu bakış açısı iki taraf için de yıkıcıdır. Göçmenin günü kurtarma gayreti, diğer alanlardaki insani gelişimlerini engellemektedir. Onların dünyasında; eğitim, sosyalleşme, insanca yaşama gibi temel haklar yoktur artık. Ülkemizde ekonomik çarkları döndürenlerin bir kısmı, bu tarafa, ucuz işçi gözüyle bakarak ciddi bir insani duruş problemi sergilemektedirler. Göçmenler sadece ucuz iş gücü olarak görülmüyor; sigortasız ve can güvenliksiz çalıştırılabilecek uygun kitleler olarak da görülüyor ne yazık ki. Aslında bu sigortasız işçilik, göçmenlerinde tercih ettiği bir uygulama olarak da karşımıza çıkıyor. Zira sigorta yaptırıldığında devletten aldıkları yardımların kesilmesi ihtimali onları da kaçak işçiliğe yönlendiriyor. Yani iki taraf içinde görünürde kazançlı bir tutum söz konusu.
Peki; ya emek, alın teri, hak ve adalet… Duyuyoruz ki, bütün zorlu işlerde göçmenler çalıştırılıyor, üstelik en sıradan haklardan bile mahrum olarak. Peki nerede kaldı insan hakları, nerede kaldı emeğin kutsallığı? Yani ne taraftan bakarsanız bakın durum; içinden çıkılmaz bir hal almaya doğru hızla ilerliyor. Sorun ulusal açıdan bakıldığında “Beka Sorunu” Evrensel açıdan bakıldığında “İnsan Hakları” sorunudur. Ay bacayı aştıysa da ne olur “Yangın bacayı sarmasın”