O ESKİ ESNAFI MUMLA ARIYORUZ!
Lokantacılar Odası Başkanı çıkmış, kapanan lokantaların sayısının artmasından şikâyet ediyor. Suçlu hazır: Belediyeler… Özellikle büyükşehirlerin ve orta ölçekli belediyelerin açtığı halk lokantaları. Ne kadar kolay, ne kadar tanıdık bir refleks! Şapkayı önüne koyup düşünmek yerine, faturayı en zayıf halkaya kesmek.
Kimse dönüp de sormuyor:
Bu ülkede insanların alım gücü neden bu kadar düştü?
Neden insanlar artık lokantaya gitmeyi bırakın, simit-poğaça alırken bile iki kere düşünüyor?
Yeni belirlenen asgari ücret 28.075 TL.
Korkmayın! Evet evet, yanlış duymadınız, “rekor” bir artış var(!)
Bir insan bu parayla kira öder, fatura öder, çocuğunu okutur, pazara çıkar, ulaşımını sağlar, giyinir, sosyalleşir… Üstüne bir de gönül rahatlığıyla dışarıda yemek yer, öyle mi?
Emekli maaşı 16–17 bin lira civarında. O da korkmasın! Zaten insanın her gün yemek yemesi şart değil, değil mi?
Şimdi soruyorum:
Bu gelirlerle bir aile lokantaya nasıl gitsin?
Gitsin de ne yesin?
Bir çorba 100 lirayı aşmış, pilav neredeyse lüks tüketim. Etli yemekler, kebaplar… Onlar artık menüde süs. Yanına yaklaşmak cesaret istiyor. Ülkenin en büyük banknotuyla bir kahve içemiyorsunuz ama iki çay içebiliyorsunuz; ona da “şükür” denmesi bekleniyor.
Körfez turistleri varken herkes memnundu. Fiyatlar uçtu, ses çıkmadı.
Şimdi onlar gidince —ki inşallah hepsi gitmez— feryat başladı. Çünkü geriye yerli turist, yani cebinde para kalmamış vatandaş kaldı. Gerçekle yüzleşme vakti geldi ama yüzleşmek yerine suçlu aranıyor.
Bugün aynı esnaf, sosyal medyada beyaz eşyacılar ve mobilyacılar gibi kampanyalar yapıyor. Demek ki oluyormuş. Demek ki makul fiyatla da müşteri bulunabiliyormuş.
O zaman soralım:
Madem kampanyayla ayakta kalabiliyorsunuz, neden bu fiyat politikası sürekli olmuyor?
Neden hep “fırsat varsa yüklen” anlayışı hâkim?
Eskiden esnafın bir vicdanı, bir terazisi vardı. “Ben de kazanayım ama müşterim de yaşasın” derdi. Helalinden, hakkaniyetle kazanmanın peşindeydi. Bugün ise o eski esnafı mumla arıyoruz. Yerine gelen şey; fırsatçılık, kopukluk ve duyarsızlık.
Ve son olarak şunu açıkça söyleyelim:
Belediye lokantalarına gidenler sizin müşteriniz değil. Onlar zaten sizin kapınızdan içeri giremeyenler. Öğrenciler, emekliler, asgari ücretliler, işçiler, emekçiler…
Bırakın onların boğazından bir sıcak çorba, midelerinden bir kap yemek geçsin.
Sorun belediye lokantaları değil.
Sorun; halkın cebini, sofrasını, sabrını görmezden gelen gerçeklerden kopmuş fiyat politikalarıdır.
Sorun; “korkmayın” denilerek geçiştirilen bir yoksullaşmanın artık gizlenemeyecek kadar görünür hâle gelmesidir.

ZİBİDİ’Yİ SAHİPLENMEK
Son dönemlerde sokak hayvanlarına yönelik yaşananlar artık vicdanları sızlatan bir noktaya geldi. Sanki sokak hayvanları bir gecede ortaya çıkmış gibi, sanki bu şehirlerin yıllardır sessiz sakin bir parçası değillermiş gibi adeta bir kıyım başlatıldı.
Bu vicdansızlığın mağdurlarından biri de Avni Aker’in etrafını mesken tutmuş, mahallenin maskotu hâline gelmiş, herkesin tanıdığı Zibidi oldu. “Zibidi” denilerek, bir operasyon havası yaratılarak, sözde yaşam merkezi adı altında Lüleburgaz’a gönderildi. Bu karar, sokak hayvanlarına gönül vermiş herkesi derinden yaraladı.
Çünkü o “zibidi” denilen can, bu şehrin bir parçasıydı.
Kimseye zararı olmayan, alışılmış, benimsenmiş bir candı.
Bu noktada, hayatlarını neredeyse sokak canlarına adamış, maddi-manevi tüm imkânlarını onlar için seferber eden TRAYKO yönetim kurulu büyük bir özveri, yoğun bir emek ve kararlılıkla harekete geçtiler. Ve sonunda Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan’a ulaştılar.
İşte tam da burada insanlık kazandı.
Ertuğrul Doğan, örnek alınması gereken bir hassasiyet göstererek Zibidi’yi Trabzonspor tesislerinde sahiplenmiş, yalnızca bir barınma değil; sahiplik, sorumluluk ve vicdan göstermiştir. Maddi ve manevi anlamda sergilediği bu duruş, kazanılmış bir derbi galibiyetinden çok daha kıymetlidir.
Bu davranış; kupalardan, puanlardan, tablolardan daha değerlidir.
Bu davranış; insanlığın, merhametin ve sorumluluğun ta kendisidir.
Bu tutumuyla Ertuğrul Doğan, sadece bir spor kulübünün başkanı değil; sokak canlarının da şampiyon başkanı olmuştur.
Kendisini yürekten alkışlıyor, kutluyor ve tebrik ediyorum.
Dilerim Ertuğrul Başkan gibi, “yük” değil can gören, görmezden gelmek yerine sahip çıkan insanların sayısı artar. Çünkü bu şehirler yalnızca insanlara ait değil. Sokaklar, meydanlar, yaşam da onlarla birlikte paylaşılıyor.
Unutmayalım:
Bir toplumu, en zayıflarına, çocuklarına, kadınlarına ve sokak hayvanlarına nasıl davrandığıyla ölçersiniz.