Yurttaşlık kimliği ve bilinci çağdaş toplumların ve devletlerin çekirdeğini oluşturur. Yine ulus olma bilinci, görev ve sorumluluk anlayışı, eşitlik ve adalet değerleri, bütünleyici, toplumsal kaynaşmayı sağlamlaştıran, ayrışmayı ve iç/dış olumsuzlukları “def” eden yapısal büyük bir güçtür. Ancak çağdaş ulus devlet ve uygar toplum olma sürecinde iki merkez bu “yapıya” sürekli saldırarak, süreci baltalayıp yıkmak ve kendi egemenlik statüsünü kurmak çabasında/amacındadır.

Bir yandan henüz tasfiye edilemeyen feodal iç gericilik kurumları -şeyhlik, müritlik, beylik, ağalık, cemaat/tarikat örgütlenmeleri ve her tür “dogma” ve “tabulardan” beslenen dinsel ve etnik vb. yapılar; öte yandan sömürücü dünya sisteminin, değişik ülkelerde kendi işbirlikçilerini bularak oluşturduğu ağla bu “yapıya” topyekûn saldırdığı çok açıktır! Bu gerçeklik bizim ülkemizde kendine özgü bir akış/durum göstermekte. Toplumun büyük bölümü, Fransız Devrimi (1789), Sovyet Devrimi (1917) ve bunlardan da yararlanarak gerçekleştirilen Anadolu Cumhuriyet Devrimi’ni kavrayıp içselleştiremeden Devrim karşıtı oluşum ve yapıların -ilgili partiler de buna dahildir! – sürekli egemenlikleri toplumsal süreci etkileyip önce Cumhuriyet Devrimi süreci durdurulmuş, hemen ardından karşı devrimci sürecin önü açılmıştır! Bu sosyolojik evrilmeyi ve bu günlere gelişin çözümlemesini doğru ve toplumbilim ışığında yeterli genişlikte yapmayan/yapamayan siyasi yapılanmalar savlarını ve ütopyalarını gerçekleştirmede sıkıntıya düşer, başarısız olurlar.

 (  ……….)

       Önceki paragrafta dillendirdiğim “dış” etkenleri şimdilik bir yana bırakarak iç kümelenmenin ucube bir yapıya doğru gidişine Cumhuriyetimizin sağlığı ve niteliği yönünden ivedilikle bakmak gerekir diye düşünenlerdenim. “Benci” ve bencil söylemlerin yukarıdan aşağıya yaygınlaştığı bir Türkiye’de, kalabalıklar “sürüleşir”, “tebaa kültürü” ve “kayıtsız koşulsuz destek“ artar; sorgulayamayan/sorgulamayan bir toplum yapısı oluşur. Öncelikle siyasal iktidarın böylesi bir örgütlenme ile büyük bir nicele/sayıya ulaştığı, deyim yerindeyse bir piramit ördüğü kabullenilmeli. Buna öykünmek yerine sorumlu yurttaş kimliğiyle, demokratik örgüt yapısı öncelenerek, hak-hukuk-adalet-eşitlik-dostluk-arkadaşlık duyguları düzleminde ve düşünsel sağlamlık/ dirilikle toplumsal seçenek yaratmak yeğlenmeli, başarılmalı da.

      Egemen siyasal yapılanma iktidar bileşenleri ağırlıkta olmak kaydıyla ve yaygın “muhalif” kesimiyle örgütsel ilişkiyi tamamen anti demokratik yöntem ve “hiyerarşi” ile sürdürmekte. “Yandaşlığı” sadece iktidara kayıtsız koşulsuz destek diye algılayanlar kendi “yandaşlarını” oluşturduklarını göremez oldular. Örgüte demokratik bağlılıktan “sadakat”ı anlayan, üst organları ya da merkezi eleştiren düşünceyi, öneriyi disiplinsizlik, dahası başkaldırı gören anlayış ve yapılanma, egemen siyasal partilerin yeni versiyonları/görünümleri olurlar! Destek olmak, paydaş olmak, birlikte olmak düşünsel ve yaşamsal uyumu, asgari bir ütopya birliğini gerektirmez mi? Oysa yandaşlık bir “körü körünelik” ya da çıkar ilişkisidir!  Cumhuriyet yurttaşı sorumluluğunu körelten, yok sayan bu tutum sözüm ona “sistemi” yıkmak isteyen siyasi yapılara da bulaşmış.

       Toplumumuzda dayanışma örnekleri sergilenirken, “yanındayım”, “seninleyim”, “sonuna dek varım!” sözleri yaygın kullanılır. “Siyaseten” söylenenleri yazımızın dışında tutuyorum. Ancak niyet okuma ile davranmayıp, önyargı ile de konuya bakmamak gerekir diye de ölçülüyüm – ihtiyatlıyım-. Kuşkusuz kişinin “beyanı” esastır ama davranış ve eylemine bakmak kaydıyla diye not düşmeli. Yaşamın belirli ilkeler üzerinde sürdürülmesi, yukarıda sözü edilen “birey”, “yurttaş”, “kimlik-kişilik” edinimlerinin – “köşeli duruşun”- sağlıklı ve sağlam oluşu, başka kişi ya da kurumların/aidiyetlerin yol almalarını ve saltanatını sarsar/engeller. Bir başka söylemle “yandaşlık” yerine yurttaşlık bilinci ve sorumluluğu, “yanlı/taraflı” olmayı öne çıkararak “kayıtsız-koşulsuzluğa” ve “körü körüneliğe” karşı çıkar. “Birey” olma, “yurttaş” olma sorumluluk duygu ve düşüncesiyle örgütlü olma davranış ve eylemi burada bir “zorunluluktur”.

       Sözünü ettiğim “yanlı tutum” kuşkusuz insan yüceliğinden, demokratik-özgür bireyden/yurttaştan, toplumcu duygu ve düşüncelerden yana olmak “yanlılığı/taraftarlığı”dır! Örgütlü toplum, bireyin hak ve hukuku yok sayılmadan toplumsal güce ulaşma aracıdır. Ancak örgüt, “topluluklar yığını” biçiminde algılanmamalı. Kendi hak ve hukukunu bilen, örgütsel bağlılığını bilinciyle sorgulayabilen/eleştirebilen ve sırası gelince “ikna” olup özeleştiri verebilen, kısacası beynini öne koyan bir örgütlenmeden/siyasi yapıdan söz etmekteyim! Cemaat/Tarikat örgütlenmeleri birer “topluluklar yığınıdır”! Sistem partilerine seçenek olduklarını savlayan siyasi partiler birer “topluluklar yığını” olmaktan, “yandaş” aramaktan çıkıp/çıkarılıp sorumlu Cumhuriyet yurttaşı kimlik ve kişiliğiyle gerçek örgüt olmalılar.

       Bu nedenle Cumhuriyetten ve Devrimlerden yanayım! Bu nedenle “yandaş” değil “yanlıyım”!

                                                                                      13 Şubat 2024

                                                                              Ankara

                                                                  -Yarınlar Güzel Olacak-