Fuar, “belli zamanlarda, belli yerlerde ticari mal sergilemek amacıyla açılan büyük sergi. Yurtiçi ya da yurtdışı ticareti geliştirmek amacıyla düzenlenen ve yerli ve/veya yabancı firmaların mallarının belli süreler içinde sergilendiği, ticari bağlantılarının yapıldığı yer.” Bizim “ticari malımız” ve “geliştirmek” istediğimiz “ticaret”, kitaptı, kitap satışıydı.

Beşikdüzü 19 Mayıs etkinlikleri içerisinde iki büyük olaya “ev sahipliği” yaptı. Biri, “Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, Beşikdüzü Belediyesi, Tırabzon Vakfı, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı’nın” katılımlarıyla iki gün süren film, konferans, panelle Köy Enstitüleri anlatımı, diğeri de yine Belediyece üstlenilen “kitap fuarı” idi. 

On gün sürdü. Ankara’dan, Tırabzon’dan ve yerelden katılan yayınevleri ve kitabevleri yanında bireysel olarak gelen yazar ve şair dostlar sergiyi zenginleştirdiler. Belediye hoparlöründen günde birkaç kez çağrı yapılmasına karşın halkın ilgisi azdı. Bu pahalılık karşısında kitap almak çok zordu. Hükümetin yazar ve şairlere, kitaba hiçbir desteği olmadı. İcraatıyla, duruşuyla “kitap basımının ve okunmasının” umurunda olmadığı, “okumaya” bir nevi ambargo koyduğu, kağıda verdiği değerle çok açık bir biçimde görünüyordu. Beyaz Kılasikler, 1000 Temel Eser, Kültür Bakanlığı Yayınları, Tübitak Yayınları, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumu Yayınları hiç unutulmadı.

Beşikdüzü’ne gelen kitap ve yayınevleri masraflarını çıkarmışlarsa bu bile büyük kazançtı.

Öğretmelerin getirdiği kimi öğrencilerin satın almak istedikleri kitapları ellerinde evirip çevirdikten sonra alamamalarının üzüntüsüyle “iç geçirişleri” acı verdi. O çocuklar ki “bizim geleceğimizdi.” Anneleri, babaları şu “kıskanılan” devletin-hükümetin yurttaşlarıydı; çocuklarına “kitap almak için”, her ay ayırabilecekleri bir bütçeleri yoktu. Ailelerin “kitap okumakla, bilgi edinmekle, duyguları, düşünceleri zenginleştirmekle, değişmekle ne kadar ilgileri var bilinmez ama çocukları için fuara gelemedikleri kesin. Kendileri okumadığı gibi “çocuklarının da kitap okumaması” onlar için sorun değildi herhalde.

Fuar süresince zamanımızın çokluğu, “sohbet etmekle” geçti. Hemen hemen her gün dünya ve Türkiye siyasetini, savaşı, yaşamayı, sanatı, hukuku, dini, ekonomiyi, çocukluğumuzdan, gençliğimizden anıları dilden düşürmediğimiz gibi, asıl söz konusu olan kitap okumaktı:”

İnsanlar neden kitap almıyor, okumuyorlardı? Neden fuarı ziyarete gelmiyorlardı?

“Fuara ilgisizliği” sorduğumuz her konuktan aldığımız yanıt aynıydı: “Bizim toplum kitap okumayı sevmiyor, öyle bir alışkanlığımız yok” diyor. Az da olsa kimileri, “kitap okumayı bilmiyoruz” diyor. Tartışırken, kitabın pahalılığını göz ardı etmiyoruz, ama bilgiye, bilime, düşünceye, duygu zenginliğine ne kadar gereksinim duyduğumuzun da altını ısrarla çiziyorduk. “Kitap okumayı neden sevmiyoruz, beklediğimiz insanların hayatında kitap var mıydı” sorusunun yanıtı çeşitleniyordu:

“Beynimizin soruların ve sorunların peşine takılmasını, uykularımızın kaçmasını, rahatımızın, huzurumuzun bozulmasını, aydınlık cevapların bize yaşattığı güzelliği, yalanlardan kurtulup bilimi, bilgeliği, edebiyatı, sanatı, moderniteyi, yeni kurgu, yeni düşlerle değişmeyi istiyor muyduk? Yoksa geleneğin, göreneğin ve önyargıların içinde huzurumuz kaçmadan, değişik düşünce ve dünya görüşlerini öğrenmeden, gözü kapalı, yalanlarla, “imgelerle” avunarak yaşamak mı istiyorduk?” “Başka deneyimler, başka hayatlar ne kadar ilgimizi çekiyordu?”

“Dünü bugünle, bugünü yarınla ilişkilendirmeyi, akılcı bir biçimde yeniden yaratmayı kendimizde görebiliyor muyduk? Ve hayatımızda kitaba ne kadar yer ve zaman ayırıyorduk?”

Kimilerinde “kitaptan bir kaçış” vardı, bir soğukluk, bir itiş, bir “istemezük” havası. Kimileri de “korku” ile anıyordu kitabı. Haksız da sayılmazlardı: Ülkede yaşanılan darbelerin salt siyasi amaç taşımadıklarını, “bilime, bilim insanlarına, sanatçılara, düşünürlere, okuyanlara, geleceği hazırlayan kitaplara karşı” olduklarını, geleneğin yanında durarak gelişmeye duydukları öfkeyi de görüyorduk. Okuyan, öğrenen, bilen ve düşünen gençlik “hayatlarında yeni bir şeylerin” değişmesini istiyor, bekliyordu. Siyaset “gençliğin istek ve arzularını bilmediği gibi anlamak için çaba da göstermiyordu.” İstiyordu ki, “benim irademe tabi olsun, itiraz etmesin, karşı çıkmasın, direnmesin, gücüme uyum sağlasın, benim gibi inansın, düşünsün, yani biat etsin.”

12 Mart oldu, insanlar tutuklandı, yargılandı, zindanlara atıldı, karşı olanlara her suç yakıştırıldı; kitaplar tutuklandı, yasaklandı, toplatıldı, toprağa gömüldü veya yakıldı. / 12 Eylül oldu, senaryo değişmedi: İnsanlar tutuklandı, olmadık suçlarla yargılandılar, zindanlara atıldılar, işkence gördüler; kimileri için darağaçları kuruldu. Kitaplara-sözcüklere silah çekildi, yasaklandı; kitaplar-sözcükler tutuklandı, yargılandı, “okunamaz, kullanılamaz” genelgeleri yayınlandı, kitaplara suçlu muamelesi ve işlemi yapıldı.

Şimdi kalkıp soruyoruz, “bu millet niye kitap okumuyor, neden kitap okumayı sevmiyor?” Bilinçaltı korkularını, kaygılarını, endişelerini giderebildik mi? Siyaset kurumuna olan güvensizliği yok edebildik mi? İnsanları korkusuz yaşayıp okuyabilecekleri bir rahatlığa, özgürlüğe kavuşturabildik mi? Düşüncenin, bilginin sağladığı güvenle yaşatabildik mi? Can sıkıntısının en büyük ilacı “kitaptır” düşüncesini öğretebildik mi? Her ilde, her ilçede bir üniversite açmakla övünürken “kitap okuyanları” milyonlarca sayısıyla dillendirebildik mi? Darbesi olmayan ekonomik kırizlerden(1994-2001-2008-günümüz)ve enflasyondan bu milleti koruyup kitap okumaya yönlendirebildik mi?

Okuyan, bilen, düşünen, soran, sorgulayan ve isteyen kaliteli, nitelikli insanlar hep ceza aldı, hep suçlandı, aşağılandı, sürüldü, süründürüldü. Siyaset kurumu bu zamana kadar bunun hesabını sormadı; darbelere karşı özgürlüğün, kitabın, bilginin, düşüncenin, kültürün yanında durarak savunmasını yapmadı; kitabı aklayıp beraat ettirmedi / Şimdi de fuarda kimleri niye bekliyoruz; ülkede soran, sorgulayan, araştıran, öğrenen, meraklı gençlik bıraktılar mı?

Sevgi ve sağlıkla kalın!