Türk siyasetinde “dış güçler” ifadesi, neredeyse her kriz döneminde, ekonomik çalkantılarda, terör saldırılarında ya da siyasi başarısızlıklarda karşımıza çıkan başat söylemlerden biridir. Toplumun geniş kesimlerine sirayet etmiş bu ifade; zaman zaman bir savunma refleksi, bazen bir çaresizlik göstergesi, kimi zaman da sorumluluktan kaçmanın aracı olarak kullanılmıştır. Peki, bu söylem Türk siyasal kültüründe neden bu kadar etkili?
Türk siyasal geleneği, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren sürekli bir “kuşatılmışlık” hissiyle şekillenmiştir. 19. yüzyılda Batılı devletlerin Osmanlı topraklarını paylaşma çabaları, imparatorluk topraklarında çıkan isyanlara verilen dış destek, bu algının köklerini oluşturmuştur. Cumhuriyet döneminde de Sevr Antlaşması’nın “gizli tehdit” olarak hafızada canlı tutulması, “içeriden ve dışarıdan sürekli bir tehdit altındayız” anlayışını perçinlemiştir.
Bu tarihsel miras, özellikle Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen Batı’ya tam anlamıyla güvenememesiyle devam etmiştir. Dolayısıyla “dış güçler” söylemi, tarihsel olarak bir savunma refleksi olarak ortaya çıkmış ve siyasi hafızada yer etmiştir.
Modern Türkiye’de dış güçler söylemi, özellikle ekonomi ve iç güvenlikle ilgili başarısızlıkların gerekçelendirilmesinde sıkça başvurulan bir araçtır. Ekonomik krizlerin nedeni olarak dış güçlerin “finansal saldırıları”, siyasi huzursuzlukların arkasında “küresel şer odakları” ya da “emperyalist planlar” aramak, bu söylemin tipik örneklerindendir.
Bu durumda, söylemin başarısızlığa kılıf arama bahanesi işlevi kazandığı görülmektedir. İçerideki yapısal sorunlar, kötü yönetim ya da hatalı politikalar konuşulmak yerine, suçu dış güçlere yüklemek hem toplumu konsolide etmeyi hem de muhalefeti bastırmayı kolaylaştıran bir siyasi stratejiye dönüşmektedir.
Toplum nezdinde “dış güçler” ifadesi çift kutuplu bir anlam taşır. Bir yandan bu söylem, dış tehdit karşısında milli birlik ve beraberlik çağrısı olarak algılanabilir. Yani halk, dışarıdan gelen müdahalelere karşı kenetlenme refleksi gösterebilir. Bu, özellikle kriz dönemlerinde faydalı bir psikolojik savunma mekanizmasıdır.
Ancak diğer yandan sürekli dış güçlerden yakınmak, iç dinamiklere güvenin zayıfladığını ve çözüm üretme kabiliyetinin azaldığını da gösterebilir. Bu yönüyle “dış güçler” ifadesi bir acizlik ifadesine dönüşebilir. “Her şeyin nedeni biz değiliz” demek, aynı zamanda “bu sorunları biz çözemeyiz” demek anlamına da gelebilir.
Türk medyası ve popüler kültür de dış güçler söyleminin yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır. Komplo teorilerine açık bir medya iklimi, “arka plandaki güçler”, “üst akıl”, “dış mihraklar” gibi soyut kavramlarla kamuoyunu etkilemektedir. Bu durum, rasyonel tartışmaların yerini duygusal tepkilere bırakmasına neden olurken, siyasal hesap verilebilirlikten uzaklaşmaya da zemin hazırlamaktadır.
“Dış güçler” ifadesi, tamamen asılsız değildir. Uluslararası ilişkilerde çıkar çatışmaları, ekonomik manipülasyonlar ve diplomatik baskılar gerçek olgulardır. Ancak bu kavramın Türkiye’de sıkça ve genel geçer şekilde kullanılması, onu bir analiz aracı olmaktan çıkarıp bir siyasal manipülasyon aracına dönüştürmüştür.
Türk siyasetinin ve toplumunun bu söylemi sorgulayan, eleştiren ve gerektiğinde yapıcı bir biçimde kullanan yeni bir dil üretmesi gerekmektedir. Sorunların kaynağını dışarıda değil, içeride arayarak; dış politikayı suçlamaktan çok çözüm üretmeye yönelerek daha sağlıklı bir siyasal iklim kurulabilir.
Bu bakımdan İktidarlar için “gaye vasıtayı meşru kılmamalıdır.”