Her zaman merak ediyordum, gidip görmek istiyordum. Hele dizilerde ve fotoğraflarda gördüğüm binalar, ahşap yumuşaklığında işlenmiş taşlar, kapılar, pencereler, minareler, çan kuleleri ve zengin dil, din, mezhep, kültür mozaiği, yüzyıllardır süren barışa dayalı ilişkileri, yarattıkları saygı ortamı, kavganın, dövüşün, düşmanca hareketlerin yaşanmadığı bir dünyayı kurmaları çok ama çok ilgimi çekiyordu.
“Kimler geldi, kimler geçti” diye başlanır ya, işte öyle bir yerdi Mardin benim için: Sümerler, Akadlar, Romalılar, Bizanslılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Artuklular, Osmanlılar… geldi, geçti, tarihi gizleri içinde barındıran Mardin yerinde duruyor. Şimdi hükümranı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu vatanın can parçası…
Mardin, dağların yamacında kurulan bir kent. Buraya eski Mardin ya da Antik Kent deniyor. Yeni Mardin, yavaş yavaş ovaya doğru iniyor. Eski bilinç yok olmuş. “Şehircilik” adına beton binalar verimli Kuzey Mezopotamya topraklarını işgal ediyor. Dicle’nin sularıyla serinleyen topraklar buğday, pamuk ve mısır ekiminde ve her tür sebzenin, meyvenin yetişmesinde çok cömert… Mezopotamya ovası Mardin’in önünde ufkunda dağ görünmeyen sonsuzluk bilinmezliğinde yaşayan bir güzellik olarak bizi kendine doğru çekiyor, aklımı çeliyor ve ben bu toprağa aşık oluyorum. Verimli, güzel, çekici, zengin ve cömert topraklara, Çukurova’ya, Harran’a aşık olduğum gibi.
Eski kentte, sarı kalkeri bir ahşap yumuşaklığında işleyen usta eller zamanı yontmuşlar kapılara, pencere kenarlarına, balkon ve binaların kenar çizgilerine, merdiven tırabzanlarına. Aynı özelliği camilerde, konaklarda, manastırlarda, kiliselerde ve hemen hemen tüm evlerde görmek mümkün… Taşın ağırlığını, sertliğini yumuşatmışlar, sevgilerini, duygularını, düşüncelerini, inançlarını katmışlar ve ölümsüzleştirmişler. Zamanı sonsuzlukla birleştirerek günümüze değin akıp gelmişler. Yaptıkları, anıtsal evler-konaklar, camiler, minareler, kiliseler, manastırlar ve çan kuleleri betonun çirkinliğine güzellikleri ve doğallıklarıyla meydan okuyorlar.

Hangi binaya bakarsanız bakınız: Düşünen, bilen, başaran insanın gülen ve sıcak yüzünü görürsünüz her nakışta, her süslemede, her bezemede. İçinize siniyor, kendine çekiyor, kucaklıyor ve ısıtıyor sizi. İşlevleri farklı olmasına karşın aynı güzelliği ve cana yakınlığı Manastırda gördüğünüz gibi Camide de, Medresede de görebiliyorsunuz. Midyat Konuk Evi, Mor Gabriel Manastırı ne ise Mardin’deki Kasımiye Medresesi odur. Bir açık hava müzesi gibi tüm ihtişamıyla duran Midyat kenti ne ise Mardin de odur. Her iki kent de zamanı durdurmuş görkemli güzellikler barındırıyor, çağları aşıp geliyor.
Dara Antik Kenti, “öldükten sonra Mesih İsa’nın gelerek onları dirilteceklerine inanan insanların” yaşadıkları bir kent ve mezar alanıdır. Doğu Roma’nın bir karakoludur. Yehova buraya kadar gelmiş. Taşların oyulmasıyla yapılan mezarlar ve sandukalar görülmeye değer. On beş mezarda on iki bin insan iskeleti ve kafatasının bulunması yeniden dirilme inancının kanıtı olarak yorumlanıyor. “Mesih İsa’nın gelmesini bekliyorlar.” / Günümüz insanı da bir dikenin dallarına bezlerle bağlamış umutlarını, dileklerini, beklentilerini, dualarını…
Mardin’de, kahvaltımızı yaptıktan sonra Midyat’a geçtik. Müthiş bir insan ve kültür mozaiğini gördük. Mardin, Midyat mimarisinin özeti mükemmelliğindeki Midyat Konuk Evi enfes görüntüsü, işçiliği, ustalığı ve sanat inceliği, duygu, düşünce zenginliğiyle insan gönlünde taht kurarak unutulmaz yerini alıyor. Merdivenleri, tırabzanları, balkonları ve teraslarıyla matematiksel mühendisliğin insanlaştırılmış anıtı olarak duruyordu. Tüm Midyat benzer küçük ama muhteşem evleri ve daracık sokaklarıyla insanı kucaklıyor, bağrına basıyor ve ısıtıyordu.
Günün sıcaklığını ve yorgunluğunu Beyaz Suda serinlerken, içtiğimiz çaylarla gidermeye çalıştık. Kabak kemanileri ve darbukalarıyla türkü, şarkı söyleyen, şiir okuyan çocukların görüntüleri, insanlarının güler yüzleri gözlerimin önünden gitmiyordu. Hele üç dört aylık bir bebeğin babasının kucağında sevgimize gülücüklerle karşılık vermesi, sevincini el kol hareketleriyle anlatmaya çalışması, birden etrafımızda kocaman bir insan halkasının oluşmasına neden oldu. Sevmemize izin verdikleri için teşekkür ettik ve uzaklaştık.

Midyat-Mardin halkına Türk, Arap, Kürt diye bakmadım, hiçbirini Süryani, Yezidi, Alevi, Sünni diye düşünmedim. Ama Mor Gabriel Manastırındaki mezarların yanında, yerde, muhafazalı iki delikte ziyarete açılan “kutsal toprak” kültü tuhafıma gitti. Toprağın yapısı, elementleri, kimyasalları, bileşenleri nedir ki onu kutsallaştırıyordu? “O kadar kutsal ki, elle dokunularak hastalığa sürülmesi(?) halinde şifa veriyor.” TÜRSAB’ın rehberine izin vermediler, konuşturmadılar; kendilerinin özel rehberi açıklamalarda bulundu.
Mardin’de harika bir yemek yedik. Pek çok yemeğin yanında favori olan, daha doğrusu bizim favorimiz “kaburga kebaptı.” Et bu kadar mı mükemmel pişerdi? Damak zevkleri çok yüksekti. Biz de çok beğendik, zevkle yedik.

Dönüş yolunda, hem kaptanımız aynı zamanda Tur sahibi Alim, pırogram dışı olarak Diyarbakır’daki Dicle üzerinde bulunan 10 GÖZLÜ KÖPRÜ’YE getirdi bizi. Tümünüzün duymuşluğu vardır SUZAN SUZİ türküsünü. Efsaneye göre Kırklar Dağında başlayan öykü, zengin Süryani ailede doğan Suzan Suzi’nin(yakıcı ateş) fakir ve Müslüman genç Adil’e olan imkansız aşkıyla Dicle’nin soğuk sularına kendini bırakarak son bulur. Yeşilin bulanıklığıyla akan Dicle’nin her iki yakasında uzayıp giden, çınar ağaçlarıyla dolu, nehir manzaralı çay bahçeleri binlerce insanın On Gözlü Köprüyü görmeye gelmesine, oturup çay-kahve içmesine ortam yarattı. Kilimlerle kaplı yerler ve yer masalarıyla masalımsı bir dünya kurmaya çalışmışlar, çok da başarılı olmuşlar. / Nehre bakarken yansıyan gökyüzü ve kıyı boyu uzayan ağaç akisleri ufkun kızıllığıyla müthiş bir renk zenginliğini yaşatıyordu. / Kaptan bunu bildiği için özellikle bu zamanı seçmişti.

Gezi turlarında araçlar, kaptanlar, organizasyon ve en önemlisi de gezi katılımcılarının düzeyi çok büyük önem ve değer taşıyor. İlk kez katıldığımız K. G. K Organizasyonu, hazırlanışı, yolculuğu, mola yerleri, otel ve lokanta bağlantıları, hele otobüs sürüşlerinde derin güven sağlayan kaptanları Alim, Sultan ve gecesi, gündüzüyle nezaketi elden bırakmadan yardımlarını, hizmetlerini esirgemeyen İsmail’e sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Gerçekten onların sağladığı güvenle yapılan Tırabzon-Mardin-Midyat gidiş dönüş yolculuğu bir zevkti. Ufak tefek rahatsızlıklar da bile gösterdikleri büyük duyarlık, gecenin köründe anında ambulans arayışları, bağlantı kuruşları alkışlanmaya değerdi.

Büyük bir otobüs, yolculuğun başlangıcından bitişine kadar-uyku aralıkları hariç-Mardin ve halk türküleri, anılar ve şiirle renklendirilmişti. Hele birkaç can insan, Fatma başta olmak üzere Dayı Osman türkülerin motor gücüydü. Söyledikleri türkülerle diğer tur arkadaşlarının da katılımlarıyla zevkle yolculuk yapmamızı sağladılar. / Nice gezi turlarında buluşmak dileğiyle kazandığımız yeni dostlarla vedalaştık…

Sevgiyle, esenlikle kalınız…