HEMHAL OLMAK

Konda’nın “Hayat Tarzları Araştırması”na göre, Türkiye’de dindarlık azalırken, ateist ve inançsızların oranı önemli ölçüde arttı. Araştırmaya göre, 2008 yılında kendini ateist ve inançsız olarak tanımlayanların oranı yüzde 2 iken, 2025 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 8’e yükseldi.

Bu, üzerinde düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir durumdur. İrdeleyelim…

T.C Anayasası md-24: Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

14’üncü madde hükümleri ise Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerinden hiç biri; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz, şeklindedir.

Özetle; neye inanırsan inan, nasıl ibadet etmek istersen et, ama ülkenin huzurunu, düzenini bozma…

Esasen çoğunluğun bu konuda hassas olduğu gerçeği olsa da maalesef küçük bir azınlığın tahrik ve kışkırtmalarına bazen kapıldığı da inkâr edilemez bir gerçektir.

Bir zamanlar (*) çarpı ile işaretlenen ev konusunun tam da 24’üncü madde hükümlerine aykırı olmasını, bırakın Anayasayı insani değerlerle de açıklanacak bir yanı yoktur. Maraş, Çorum, Sivas, Gazi olayları toplumun hafızalarından silinmemiştir, ama artık gerekli refleksi gösterme noktasında da dirençli, duyarlı ve hazırlıklıdır.

Kutuplaşma, zıtlaşma, ayrışma aslında kimliklerin nereden geldiği de tartışmalı olan bu toplumda herkese çok zarar vermiştir, artık kurtulmalıdır. Kimin nereden geldiğinden ziyade kimin nasıl insan olduğuna bakmalıdır. Sanırım ve umarım o dönemdeyiz…

Bir arkadaşım ‘’Ben kimseye artık nerelisin?’’ diye sormuyorum demişti, çok haklı. Ne olacak yani, nereli olduğu nasıl insan olduğu anlamına mı geliyor?

Her yörenin iyisi de var kötüsü de. Genelleme insanın kolaycılığından geliyor, doğruyu asla göstermez.

Geçenlerde inanç önderi bir ‘’Dede’’ ile tokalaşırken bana ‘’Şah Hüseyin senin yanında olsun!’’ dedi. Ben de ‘’Allah razı olsun’’ dedim ve ayrıldık. Çok kısa süreli bu selamlaşma bana o kadar iyi geldi ki anlatamam, çok duygulandım ve mutlu oldum.

Ne güzel duygu; kültürlerin, inançların hemhal olması, yok saymaması, birbirini sevmesi ve sayması… Yıllarca bizleri derin üzüntülere gark eden emperyalistler ve ülkemizdeki uzantıları kalleşler dirliğimizi, birliğimizi bozmayı çok denediler, derin acılar yaşatsalar da başarılı olamadılar ve vazgeçmek zorunda kaldılar veya taktik değiştirdiler, planlarının tutmayacağını anladılar. Çünkü planları suya düşerek milletin sevgi, saygı ve birlikte yaşama direnci artarak çıktı.

Millet artık oyunların farkında ve çok güçlü oyun bozucu konumundadır. Bu coğrafya da ayrıştırıcı söylemler ve eylemler tutmamıştır, tutmayacaktır.

Ancak, dönemin mazlumları da gücü eline geçirince zalim olma gaddarlığını göstermemelidir. O rol oynanmış ve bitmiştir, kimsenin o role soyunmaması zaruridir.

Ülkenin her alanda ilerlemesinin önündeki engel; etnisite, mezhepçilik, hemşericilik, cemaatçiliktir. İnsan-ı kâmil olmaya çalışmak bütün bu gereksiz siyasi güç oluşturma çabalarını önleyecektir. Şark zihniyetinden kurtulmanın yolu; önce kalbi sonra da akli olgunluğa ermek, doğru bilgiyi keşfetmek ve aklıyla da vakıf olmuş insan tanımlamasına uymaktan geçer. Kamil insanın sözleri doğru, işleri iyi, ahlakı güzeldir, marifet sahibi ve özgür bireydir.

Atatürk bunu yıllar önce görmüş ve Kastamonu’da ‘’Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar(mensuplar) memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.’’ demekle, akıl ve bilimin önemini vurgulayarak öne çıkarmıştır.

Toplumun bilinç düzeyi arttıkça istismar edildiği konular da azalmaktadır. Yani ne kadar bilim o kadar bilinç.

Gelelim başta yazdığım Konda araştırma şirketinin sonucuna. Sebepten sonuca gidilmeli aslında. Din iyi ahlakı emreder, dindarlar da bunu savunurlar ancak dinciler ise kirletirler ve dine zarar verirler, bunlar ayıklanmalıdır.

Din ile ahlak arasındaki ilişki orantısal olmalıdır. Gerçek dindarlar iyi ahlaklıdır, diğer dinciler ayrık otudur, ayıklanmalıdır. Bunun yapılamaması kendi kendini imhaya sürüklemektedir.

Zira Kur-an ayetlerine göre gerçek bir inanan hiçbir durumda ahlaklı ve erdemli davranmaktan ödün vermemeli ve her şartta nefsine hâkim olabilmelidir.

Mustafa Kemal’in sözü ile bitirirken sizlerin analizine bırakayım…

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.’’