İzmir işgal edildi. Padişah ve İskilipli Hoca gibi olanlar “Yunanlar bizim misafirlerimizdir, kötü karşılamayın” uyarılarıyla tarihte yakışan yerlerini aldılar. Aradan iki yıl gibi bir zaman geçti.

12 Haziran 1921’de Yunan Kıralı, Yunan Başbakanı ve Yunan Genelkurmay Başkanı İzmir’e “çıktılar.” Azınlıklardan ve işbirlikçilerden oluşan kalabalık gelenleri, İzmir’in ilk direnişçisi, elli kadar arkadaşıyla gözünü kırpmadan vatanı için şehit düşen Hasan Tahsin’i akılarına bile getirmeden “Kıral Bizans’a (İstanbul’a), Kıral Ankara’ya” çığlıklarıyla karşıladılar.

Kostantiyye, ya da Kostantinepolis, fetih olundu ama Atatürk’e kadar İstanbul olamadı. Yunan “megalo idea” peşindeydi. “Pay-ı Taht” ta oturanlar bunun ayırtında olsalar bile yaşadıkları kör karanlığın içinde çıkarları için “Yunanları misafir olarak görüyorlardı.” Vatanına göz dikenleri, “düşmanlık eylemlerinde” olanları hoşgörü ve anlayışla karşılamak, en hafif tabiriyle körlüktür, saflıktır, işi Allah’a bırakmaktır. Megalo ideanın arkasında Mondros’un, Sevr’in, İngiltere’nin, Fıransa’nın olduğunu görmemek ihanet içerisinde olmaktır. İstanbul işgal edildi, İngiliz, Fıransız, İtalyan ve Yunan komutanlar” İstanbul’un Kıralı” oldular. / İstanbul, tarihin Sodom ve Gomore’sine dönüştürüldü; ahlak ve toplumsal erozyon zirveye ulaştı. İşgalcileri “misafir” görenler, gelenlerin “kuklası” oldu. Vatanseverler tek tek Anadolu’nun yolunu tuttular.

Kalanlar, yer altından, “Mondros’la depolanan Osmanlı silahlarını Karadeniz üzerinden İnebolu’ya, oradan da Mustafa Kemal’e ulaştırmaya çalıştılar.” Her ilin savunmasını üstlenen örgütler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirildi. Misak-ı Milli sınırları yurt sathı kabul edildi. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh da bütün vatandır” kararı alındı. Bu inançla Kurtuluş Savaşı yapıldı. Dobruca’dan, Bingazi’den, Tırablus’tan, Suriye’den, Çanakkale’den gelen Mustafa Kemal bir umuttu, bir inançtı, bir ulusu aydınlatan, yolunu çizen bir ışıktı, zaman ötesinde bir bilge kişiydi. “Kader” diye Mondros’la, Sevr’le yazılan bir geleceğe isyandı, başkaldırıydı, ulusla yeniden var olmaktı. Askerdi, savaşçıydı, düşünürdü, devlet adamı, öğretmendi. Zorunlu hallerin dışında savaştan nefret ederdi, barışa, kardeşliğe inanırdı. Tüm dünya liderlerinin ilke olarak benimseyeceği “yurtta sulh, cihan sulh” sözünü iliklerinde hissetti, başkalarının ayağına gitmedi, O’nun ayağına geldiler. Halkına inanır, güvenirdi. Bunun için Meclisi topladı; halkı yok saymadı, milletin sözünün dışına çıkmadı, ne yaptıysa milletiyle yaptı, milletine yalan konuşmadı, aldatmadı, kandırmadı. Milletine inandı, millet de O’na inandı, güvendi, çağdaşlığın yolunu açtı. Akla inandı, bilime, uygarlığa...

Bunun için “bu ülke şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olmayacak” dedi ve sözünden sapmadı. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ilke edindi. Milliyetçiydi, milletini seviyordu, halkçıydı, halkına inanıyordu, laikliği getirdi, dinin kutsaliyetinin sapkınların elinde çıkar kapısı olmasına, çok sevdiği, inandığı halkının din adına sömürülmesine, hurafelerle aldatılıp kandırılmasına gönlü razı olmadı. Cumhuriyet’i “kimsesizlerin kimsesi”, “köylüyü milletin efendisi” yaptı. Ölmek unutulmaktır: Hala sorunları görüyor, hala sorunlara çözüm üretiyorsa aramızdadır. Hala birileri rahatsız oluyor ve o koca insandan kurtulmaya çalışıyorlarsa, hala gözden düşürmek için akla, hayale gelmedik küfürler, hakaretler yağdırıyorlarsa, ağza alınmayacak sözlerle Atatürk karşısında “insanlıktan” çıkıyorlarsa, hala okul kitaplarında önemsizleştiriliyorsa Atatürk aramızdadır. Türlü çeşitli uyduruk bahanelerle bayramlar “halksız” kutlanıyor, sözleri-düşünceleri meydanlardan, anıtlardan siliniyorsa, her şeye rağmen adı hava limanlarından, kültür merkezlerinden, okullardan, sıpor tesislerinden kaldırılmaya çalışılıyorsa O, görüşleri, düşünceleriyle toplumun sorunlarına ışık, umut oluyorsa, her yıl “yeni bir bahar” olarak ufkumuza doğuyorsa aramızda, bizimle birlikte yaşıyor demektir. Tüm engellemelere, açılan tüm soruşturmalara, görevden uzaklaştırmalara, açığa almalara rağmen halkım, Atatürk söz konusu olduğunda tek vücut oluyor, ayakta dimdik duruyor, direniyorsa... Elbette bahtiyarım! Sağlıcakla kalın, sevgiyle kalın!