Bu dönem yapay zekâdan bile zeki Yapaylar var. Mesela bu tipler her konuda mahirler, fikri olmadığı bir alan yok. Yani, Yapaylar her şeyi yapaylar. Yapay zekâya biraz bilgi veriyorsun ve ona göre sana bir metin hazırlıyor. Bizim Yapaylar da ise bilgi vermene de gerek yok, başlığı ver, o sana anlatsın; hem de öyle kısa ve tereddütlü de değil, kendinden emin ve sanki o yapmış veya oradaymış gibi.
Gerçekte öyle değil aslında ama kendini öyle sananlar o kadar çok ki... Sanırım artık herkes çok kitap okuyor ve o kadar konulara hâkim, o kadar iddialı ki hayran kalmamak olası değil!
Yani bu Yapaylar birkaç TikTok izlemiş insanlar değil!
Atatürk’ün doğum tarihi (1880-1881) bile tartışılır durumda iken ve birçok tenakuzu olan durum varken, sanki O’nun yanındaymışçasına kesin hükümlerde bulunmak, tartışmalı konularda bile “bu kesinlikle böyle” veya “değil” yargısına varmak cüreti var.
Aşı konusunda da öyleydiler, doktorlardan daha bilgililer. Yani iki tartışma programından ve beş TikTok’tan yola çıkarak kafası göğe değen insanlarla çevrelendik sanki. Her şeyi çözmüşler maşallah...
“Bilmiyorum.” diyen yok. Ben çok okurum ama yine çok bilmem. Bilmediğini bilen öğrenmeye devam eder; bilmediğini bilmeyen de sallamaya... Mümkün mü her şeyi bilebilmek? Ama Yapaylar farklı tabii...
Değerli bir hocamızdan duymuştum:
“Megalomaniyi (bireylerin kendini büyük görmeleri ve aşırı kibirli olma durumu) yıllar öncesinde bırakmış olmalıyız. Düşünce ve fikir taraftarıyız.”
Ne kadar doğru, değil mi? Dayatmadan, ısrarcı olmadan, kavga etmeden, küçümsemeden, parmak sallayarak “Ben bilirim ha!” demeden, “Sen kimsin?” ukalalığına girmeden, insani kalıp mütevazılıkla medeni tartışabilmek nasıl özlenen bir sahne...
Uzaklaştığımız değerlerin bizi nasıl hırpaladığı çok açık toplumda görülüyor.
O kadar yozlaştık ki artık tanınamaz hale geldik; nobran, sevgisiz ve saygısız olduk, her şeyi biliyoruz. Sanırım mütevazı olmayı da unuttuk.
Bir yandan toplumun çoğunluğu mütevazılığı aslında sevmiyor. Yönetmen Nuri Bilge Ceylan bir söyleşisinde şöyle demiş:
“Mütevazılık hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz. Kültürün bütün elemanları insanları şişinmeye, övünmeye, defolarını gizlemeye itiyor.”
14’üncü yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi, ilk Müslüman düşünür İbni Haldun da “Fazla tevazunun sonu, vasat adamdan nasihat dinlemektir.” der.
Bu değerli ve gözleme dayanan tespitlerin olması, bizim davranış biçimimizi de açıklıyor aslında. Nezaketsiz olan bu durumun düzeltme çareleri aranmalı ve bulunmalıdır. Mütevazılık, alçakgönüllülük esasen insanidir ve birleştiricidir, değerlidir, sevgidir, saygıdır, duygudur.
Ama maalesef, mütevazı insanlar aynı zamanda tabiri caizse “çantada keklik” gibi görülürler. Sizden biridir ve ne kadar kötülük yaparsanız yapın yine de onu tavlamak(!), yani gönlünü almak çok kolaydır. Ta ki sizi ebediyen silene kadar...
Dolayısıyla pek değer bulamazlar. Oysaki kendinden bir şey görmek insanı rahatlatacağına küçümsetmeye götürmemelidir.
Oyuncu ve yazar İclal Aydın da çok benzer tavsiyede bulunmuş. Şöyle diyor:
“Hiç kimse için çok fazla uğraşma! Kim birinin kendi için uğraştığını görse, onu elinin altında zannediyor. Unutma, elinin altında görenler hiçbir zaman değer göstermezler. Senin için ne kadar çabalıyorsa, sen de o kadar çabala. Her şeyin fazlası zarar bu hayatta.”
Gördüğüm şu; umutsuzluk, mutsuzluk, huzursuzluk, karamsarlık toplumu bir karabasan gibi sarmış.
Kurtuluş mu? Olur tabii...
Şöyle ki; ailede başlayıp, okulda süren eğitim sisteminde psikologların dâhil olmasıyla yeniden formatlanan bir toplum yaratabilmeliyiz.
Benim tarafım maalesef hep alçakgönüllülükten yana oldu ve olmaya devam edecektir. Vasat Yapaylardan nasihat dinleme eziyetine katlanabilirim, çünkü annemden babamdan da öyle gördüm.