Trabzon, Karadeniz'in çetin dalgaları gibi, tarih boyunca medeniyetlerin çarpıştığı, karıştığı ve katmanlaştığı bir coğrafyada yer alır. Roma'dan Bizans'a, Komnenos devletinden Osmanlı Cihangirliği'ne ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti'nin sarsılmaz bir kalesi oluşuna kadar, bu şehrin sokakları binlerce yıllık bir hafızayı taşır. Ancak bu zengin miras, günümüzde "birlikte yaşama" kültürünün bir kanıtı olmaktan çok, ulusal hassasiyetlerin ve tarihsel travmaların merkezinde yer alır. Her yıl çeşitli masum etkinlikler adı altında; "Pontus kazanını kaynatma" gayretleri, bu tartışmaların toplumda ne kadar derin bir yankı bulduğunun göstergesidir.

Endişelerin somutlaştığı iki ana nokta öne çıkmaktadır. Son yıllarda periyodik olarak Sümela Manastırı'nda düzenlenen ayinler ve bazı yerleşim yerlerinin eski isimlerinin iadesi talepleri.

Sümela, şüphesiz dünya çapında bir kültürel ve tarihi mirastır. Türkiye Cumhuriyeti'nin iyi niyet, inanç özgürlüğü veya turizmi canlandırma gerekçeleriyle verdiği özel izinler, toplumun büyük bir kesimi tarafından "geldikleri yerde kilise kalmamış gibi" yapılan bir gövde gösterisi olarak algılanmaktadır. Bu algının temelinde, yapılan dini törenin kendisinden çok, ona yüklenen sembolik anlam yatar. Bu, dışarıdan bir "işaret fişeği" çakma girişimi olarak görülür.

Benzer şekilde, mahalle, köy veya ilçe isimlerinin eski (çoğunlukla Rumca veya Ermenice) adlarına döndürülmesi talepleri, basit bir "kültürel iade" olarak değil, ulusal kimliğin temellerine yönelik bir meydan okuma olarak görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, bir ulus-devlet kimliğini, büyük ölçüde coğrafyasını yeniden adlandırarak da pekiştirmiştir. Bu isimleri geri getirme çabası, "masum bir nostalji" olarak değil, Lozan'la çizilen sınırların ve mübadele ile oluşan demografik yapının sorgulanmasına yönelik "saklı bir kıvılcım" olarak görülür.

1923 Nüfus Mübadelesi ile bölgeden ayrılmak durumunda kalanların torunları (diaspora), kültürel ve dini hafızalarını canlı tutmak adı altında esasında emperyalist emellerini beslemektedirler.. Ancak bu "hafıza" çabası, Türkiye'deki "güvenlik" algısıyla doğrudan çatışarak toplumsal nefreti körüklemektedir.

Bazı tarihçiler, sosyologlar ve kültürel miras aktivistleri, "çok kültürlülüğün" zenginlik olduğunu savunurlar. Ancak söz konusu savundukları değerlerin kendi ülkelerinde uygulamasına geçilmek istenince; bu gün “Batı Trakya Türklüğünün”yaşadığı “kültürel soykırımı” bu çevreler izah edememektedirler!

Tarih boyunca, etnik ve dini farklılıklar, büyük güçlerin bölgesel politikalarında bir "araç" olarak kullanılmıştır. Türkiye'nin ulusal bütünlüğüne yönelik hassasiyetleri bilen bazı dış aktörlerin veya lobilerin, bu tür sembolik eylemleri (ayinler, konferanslar, isim iadeleri) Türkiye üzerinde bir baskı unsuru olarak veya iç siyaseti karıştırmak için desteklemesi, sıkça dile getirilen bir endişedir. Bu, "ateşi körükleyenlerin" dışarıdan ve içeriden destekçilerinin olduğu ısrarla tekrar edilen ve devletçe bilinen tarihsel bir gerçektir.

Pontusu diriltmek amacına yönelik her türlü girişim "Hayal bile olamaz"!

Bu noktada, "tarihi yaşanmışlıkları" göz önüne almak kritik önem taşır. Trabzon ve çevresindeki Pontus Rum nüfusu, yaptıkları kanlı katliamlar bir yana; bir siyasi macera veya dış müdahale sonucu değil, uluslararası bir antlaşma olan Lozan Antlaşması (1923) ve ona bağlı Nüfus Mübadelesi Protokolü ile bu toprakları terk etmiştir.

Bu mübadele, bu gün seslendirilmeye çalışılan her "ihtimali" de ebediyen ortadan kaldırmıştır. O gün yaşananlar; (hem gidenler hem de gelen mübadiller için) ne olursa olsun, ortaya kesin ve geri dönülemez bir gerçeği çıkarmıştır ki o da şudur; Bölgenin demografik yapısı, uluslararası hukuk temelinde kesin ve geri dönülmez bir şekilde değişmiştir.

Trabzon'un bugünkü sahipleri, atalarıyla birlikte bu toprakları vatan yapmak için asırlarca bedel ödemiş insanların torunlarıdırlar. Kaldı ki Trabzon daha yüzlerce yıl öncesinden bir Türk yurdunun adıdır.

Bu nedenle, "bir tek Trabzonlu kalıncaya kadar" gösterilecek olan direnç, sadece bir slogandan ibaret değil, 100 yıllık bir cumhuriyet ve vatan savunması ile, ebedi yurt edinme ülküsünün dışavurumudur.

Trabzon'da "Pontus" adıyla siyasi bir macera arayışı, "hayal bile değildir". Bölgenin demografik, sosyal ve ulusal bilinci, buna asla geçit vermez.

Bu beyhude çabaların aciz mimarlarına bir defa daha söyleyelim ki; enerjinizi en azından hayalleriniz için harcayın.

Başkalarının; tarihi mirasımıza sempati duymaları, ayni zamanda, bu mirası Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bütünlüğüne ve Lozan'la belirlenen toplumsal yapısına karşı bir "silah" olarak kullanma girişimlerine karşı da teyakkuzda olmamızı asla engelleyemez.

Trabzon'un tarihi zengindir, ancak vatanı tektir.

Beyhude gayretlerin sonucu da beyhude olacaktır. Bunu unutmak isteyenlere bir kere daha güçlü bir şekilde hatırlatmış olalım.