Geçen hafta Atamızı ölüm yıl dönümünde andık. Anıtkabir tüm zamanların ziyaretçi rekorunu kırdı. Bütün yurtta insanlarımız o büyük önderin hatırasına içtenlikle şükranlarını sundu. Fakat bir kesim var ki her fırsatta yaptıkları gibi vefasızlıklarını tekrar gösterdiler ve provakasyon yapmaktan geri durmadılar. Kimi Atatürk’e İngiliz ajanı deme hezeyanı ile kendi psikolojik dengesizliğini dışa vuruyor, kimi Avrupa bu kadar ilerlerken o ne yapıyordu sözleriyle cahilliğini ifşa ediyor, kimi İslam dinini bu topraklardan silmeye çalıştı iftirasını atıyor. İlginç olan ise bu insanların bunları söylerken maalesef hiç utanmamaları.

Eleştirilere baktığınızda sanki Atatürk her şeyi yerinde ve zirvede olan bir imparatorluğu ve milleti zorla ele geçirmiş, bütün ihtişamı mahvetmiş ve hakim bir medeniyeti İngilizlerle anlaşıp yıkarak batının emrine vermiş gibi bir marazi sonuca ulaşıyorsunuz.

Kısaca bir bakalım Mustafa Kemal ne yapmış?

Mustafa Kemal istiklal mücadelesi verirken Anadolu’da sırtını dayadığı topraklarda silah ve mühimmat temin edebileceği tek bir üretim tesisi bile yoktu. Düşmana atmak için kurşun bile ya Rusya’dan rica minnet ya İstanbul’dan kaçırarak alınabiliyordu ya da Anadolu’da teslim edilmeyen bir avuç mühimmattan sağlanıyordu. Ne Ankara’da ne Kayseri’de ne de Anadolu’nun başka bir yerinde sanayi ve üretim yoktu. Çünkü Osmanlı bir Balkan devleti kimliğiyle yatırımını balkanlara yapmış ve oraları da maalesef kaybetmişti. Cumhuriyetten sonra Atatürk Büyük bir sanayi hamlesi organize etti. Virane Anadolu’da hiç borç almadan 42 önemli fabrika kurdu ve Türkiye uçağını bile üretebilir hale geldi. Dünyanın 1929 yılında yaşadığı ekonomik buhrana rağmen Türkiye büyümeye devam etti.

Anadolu sersefil haldeydi. Türkler hastalıktan kırılıyordu. Verem, frengi, sıtma başta olmak üzere her türlü hastalık nesilleri bozacak derecede etkindi. Rumlar başta olmak üzere azınlıklar Osmanlı zamanında açılan misyoner okulları ve hastaneler sayesinde çok daha sağlıklı ve eğitimliydi. Türklere bakacak Doktor, eğitim verecek öğretmen veya derdini dinleyecek bir devlet yoktu, zaten hiç olmamıştı. Türkler savaşta kullanılacak asker, tarlada çalışacak ırgattan başka bir şey değildi. Anadolu’ya 1890 larda misyonerlik faaliyeti için gelen bir casus üstlerine yazdığı raporda Anadolu’da Türklere karşı bir faaliyete gerek olmadığını yakında hastalıkların zaten bu toplumu bitireceğini söylemiştir. Hatta tam garpçı bir kişi olan Dr Abdullah Cevdet özellikle frengi’nin yarattığı yıkımdan dolayı Avrupa’dan damızlık erkek getirme teklifini yapma küstahlığında bile bulunmuştur. İnanmayan araştırabilir, belgeler ortada… Cumhuriyetten sonra Atatürk frengi-lepra, verem savaş, sıtma savaş gibi kurumları kurarak büyük bir sağlık hamlesi başlatmıştır. Dünyanın örnek aldığı bir sağlık sistemi kurmuştur. Daha penisilinin bile bulunmadığı bir devirde Türk milletini hastalıktan ve ölümlerden kurtarmıştır.

Bir iddia da Atatürk’ün Kuranları yaktırdığı, Kuran kurslarını kapattırdığı, İslam’ı bu topraklardan söküp atmaya çalıştığı iddiasıdır. O yıllarda hiçbir şeyde olmadığı gibi din kurumları ve kitaplarda da bir standart ve seviye yoktu. Ortada Kuran diye dolaşan ve nerede basıldığı bile belli olmayan kitapların içinde birçok hata vardı. İnsanlar İslam dinin esaslarını hurafe dolu bir çok uyduruk kitap ve iki kelime arapça ezberleyerek kendini alim gösteren bir çok sahtekardan öğreniyordu. Atatürk bu hatalı kitapları imha ettirdi. Din eğitimi diye hurafelerin anlatıldığı karanlık odakları kapattı ve yasakladı. Bunların yerine Kuranı yetkin kişilerin gözetiminde bastırdı ve tüm yurda dağıttı. Bütün yurtta devletin gözetiminde Kuran kursları açıldı. Bu kurslardan biride Trabzon’da açılmış ve uzun yıllar çocuklara Kuran öğretimi konusunda hizmet vermiştir. Hatta Elmalılı Hamdi Yazır’a Türk Milletinin İslam’ın ne dediğini anlaması için çok kapsamlı bir tefsir yazdırmış, yetkin din adamlarına Buhari’nin hadis külliyatını hazırlatıp sunmuştur. Atatürk’ün yaptırdığı hadis çalışması ilk ciddi hadis çalışmasıdır. Hem tefsir hemde hadis çalışması bir daha hiçbir cumhurbaşkanı veya başbakan eliyle yapılmamış, yaptırılmamıştır. Bu konuda da Atatürk tek ve özeldir.

Büyük insan Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milleti için yaptıklarını anlatmaya sayfalar yetmez. Maalesef bu büyük insan için ölüm yıl dönümünde camilerde mevlüt okutulmasını bile hazmedemeyen nankör insanlar var. Hazmedemiyorlar çünkü Atatürk onların Türk Milletini sömüren çarklarını yıktı. Cahil bırakılmış ve kapı kulu haline getirilmiş halka kendilerini cennet simsarı olarak yutturan bu din tüccarları elbette sömürdükleri insanlara ‘efendi’ olduklarını söyleyen bir insanı sevemezler. Taassubun karanlığında kör olmuş köylünün aydınlanması için kurulan köy enstitülerini elbette sevemezler. Hastalıktan kırılan Türk insanını doktor yerine okuyup üfleyerek iyileştireceğine inandırıp her türlü istismarı yapan üfürükçüler elbette doktor öğretmen yetiştirip en ücra köşelere gönderen bu büyük insandan haz etmezler. Kuran mealini İslam’ı anlayarak yaşaması için millete sunan bir lideri İki kelime arapça lügat ezberleyerek İslamı kendi iki dudağı arasından çıkacak hurafelere hapseden meczuplar elbette sevmezler.

İnsan olmanın en önemli kriterlerinden biri utanma duygusunun olmasıdır. Büyük öndere iftira ve yalan ile saldıranların ortak nokta olarak utanma duygusundan mahrum olduklarını görmekteyiz. Biraz olsun vicdan ve utanma duygusuna sahip bir insan bu kadar yalanı ve iftirayı bizleri kurtaran bir adama yapmaz. Biraz utanın lütfen…