Son yıllarda gözlemlenen iklim değişiklikleriyle doğada bir takım dengesizlikler yaşanmaya başladı. Zamansız soğuklar, sıcaklar, zamansız ve baskın yağmurlar, sel, heyelan felaketleri, çığ kaymaları, kutuplardaki kimi devasa buzulların erimeleri, nehirlerde, çaylarda, derelerde suların azalması-taşması, göllerin çekilmesi-kuruması ve kuraklık. İklim değişikliklerinin başında geliyor.

Tarım, hayvancılık ve toprak, insanlığın beslenmesinde, yaşamasında en büyük kaynaktır. Ekmek birinci sırada durmaktadır. Bu yüzden buğday öncüldür, başattır. Ardından diğer gıdalar, sebzeler gelir. Orman toprakların, insanların, iklimin, ekolojinin, canlılar dünyasının olmazsa olmazıdır. Pek çok konuda karşılayıcı, koruyucu, saklayıcı, besleyici, dengede tutucu bir varlık, bir güçtür.

Günümüzde teknolojinin ve sanayinin insanlığı getirdiği noktada “can damarı” denebilecek güç enerjidir, akaryakıttır, doğalgazdır, uranyumdur, kömürdür. Neredeyse “ekmeğin, beslenmenin” önüne geçmiş durumdadır. Ulusların en büyük harcama kalemini “enerji” oluşturmakta, dünyanın bir ucundan diğer ucuna, dev tankerlerle, ya da denizlerin içinden, dağlardan, tepelerden, vadilerden, ovalardan borular, hatlar çekilerek insanın ayağına getirilmektedir. Yokluğu, pahalılığı ekonomileri sallamakta, kırizlere neden olmakta, toplumların yaşayışını güç durumda bırakmaktadır. Öyle ya, akaryakıt olmasa, doğalgaz, elektirik olmasa” insan nasıl yaşayabilir? Onlar yaşamını kolaylaştırdıktan sonra, onlarsız bir yaşamı hayal bile edemez insanlık. Çılgınlık gibi gelir.

Peki “ekmeksiz yaşamak, sebzesiz yaşamak”, ayakta kalabilmek mümkün mü? Yüzyıllardır sürdürülen alışkanlıklar bırakılabilir mi? Göbekli Tepe’de “evcil buğday” görüldü. Yani on iki bin yıldır buğday insanın hayatında, genlerinde var. Vazgeçebilir mi buğdaydan, ekmekle beslenmekten?

Ara mevsimlerin kalktığı iklimsel olayların içerisindeyiz. Ya kış oluyor, ya yaz; ya soğuk oluyor, ya sıcak; baharla, sonbaharı görememeye başladık. Toprak yağmurdan, kardan yeterince yararlanamıyor. Baskın yağmurlarla su, toprağın üstünden akıp gidiyor, baskın sıcaklarla da kar öyle. Kuraklık-susuzluk her yıl bir önceki yıla göre daha ağırlaşarak geliyor.

İhtiyaca göre yağmurların yağmadığı bir ortamda, yağmurları neden insanlar yağdırmasın?

Nehirler, barajlarda elektirik ve sulama görevlerini tamamladıktan sonra denizlere dökülüyor. Tirilyonlarca metre küp su heba oluyor. Toprak kuraklıktan kavrulurken, hiçbir ürünün ve canlının yetişmesine izin vermezken neden, “akaryakıtta, doğalgazda” olduğu gibi nehirlerin suları, “boru hatlarıyla” ovalara akıtılmasın, “yağmurlar yağdırılmasın, toprak suya kandırılmasın” ve kuraklık yok edilmesin?

Kaddafi, çok pahalı yöntemlerle denizden elde ettiği tatlı suyu Büyük Sahra’ya bitişik topraklarına basarak, çölü buğday ambarına çevirmişti. Daha önceleri İsrail, Şeria Irmağını, çöllerini yıkamakta kullanarak tuzdan arındırmış, “solucan oluşana kadar, yıkama işlemini sürdürmüş, solucanı buldukları günü de “ulusal bayram” ilan etmişlerdir. Solucanın oluştuğu toprakta “her ürün” çok rahat bir biçimde yetişmektedir. İsrail, bu yöntemle tüm çöllerini “vahaya” çevirdi. Bugün o topraklar zeytin ve narenciye ağaçlarıyla doludur.

Türkiye, nehirlerini, ırmaklarını araştırıp incelendikten sonra, neden kuraklıkla boğuşan, çölleşmeye başlayan (Konya Karapınar) topraklarını su ile buluşturmasın? Kuraklığı yenmesin? Sulu tarıma geçmesin? Harran, iki kanal ve tünelle barajdan gelen sularla bugün son derece verimli toprakların sahibi oldu. GAP, hem enerji üretiminde, hem de tarımda Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu en büyük pırojelerden biridir. Neden su borusu pırojesi gerçekleşmesin?

İsrail zaman zaman Manavgat suyunu ülkesine getirmeyi dillendiriyor. Ne aşamadadır bu düşünceleri bilmiyorum. Türkiye neden denize akan sularını “büyük bir pıroje ile” ovalarına, pılatolarına akıtmasın? Kuraklığı neden bitirmesin? Neden yağmurunu yağdırmasın topraklarına? Neden buğdayını, pamuğunu, ayçiçeğini, sebzesini, meyvesini yetiştirmesin? Hem tarım ülkesi, hem de tarımda neden dışarıya bağımlı bir ülke olarak kalsın? Yemini, canlı hayvanını neden kendisi üretmesin? Toprağı mı yok, çalışacak insanı mı? Tarım ürünlerini dışarıdan almak Türkiye için bir onur sorunu olmalıdır. Dünyaya buğday satacak Türkiye, neden “ithalat batağına” saplanıp kalsın? Neden başka ülke topraklarında “sivri akıllılık” yaparak buğday üretmeye kalksın? İşte toprak, işte su, işte buğday, işte insan… Akıl kıtlığı mı var, bilgi, teknoloji kıtlığı mı? İhanet yoksa, her şey varsa, helva neden yenmiyor?

Üretsin! Buğday üretsin, hayvan üretsin, sebze, meyve üretsin; sanayisini beslesin!

Çin’de, Japonya’da görüyoruz. Dağların tepelerine kadar pirinç tarlaları açılmış. Su nasıl, ne şekilde o tarlalara ulaştırılmış? Çinliler, Japonlar bunu başarırlarken Türkiye neden başaramasın? Dünyanın pek çok yerinde yüzlerce yıldır yetiştirilen ve sağlık açısından etkili, besin değeri yüksek “siyah yabani pirinç” insanların “tahıl” ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Kaddafi su üreterek çölü vahaya, buğday ambarına dönüştürürken Türkiye hazır suyu neden topraklarına taşıyamayasın, neden tahılda dışa bağımlı ülke olarak kalsın?

Sağlıkla, sevgiyle kalın…