Son günlerde tartışmaların odak noktasında Doktorlar var. Kimi kovuyor, kimi dövüyor, kimi küfürler ediyor, kimi de saygı duyuyor. Peki, kim bu doktorlar? Nasıl ve hangi şartlarda yetişiyorlar? Bu soruları Eski Sağlık Bakanlığı Müsteşarı ve Eski Gazi Ünv. Tıp Fak. Dekanı Prof. Dr. Haluk Tokuçoğlu yazısı ile çok güzel cevaplamış. Yazıdan alıntılar yaparak sizlere aktarmak istiyorum;

“Doktor kimdir?

Lise 1. sınıftan itibaren yani 15-16 yaşından sonra hedefin tıp fakültesi ise yaşıtlarının gülüp eğlendiği, gezip tozduğu yıllarda oturup ders çalışır, test çözer bu adam. Çünkü eğer doktor olmak hedef ise üniversite sınavında ilk %5’lik dilime girmelidir. Sınava girer ve “yaşasın” tıp fakültesini kazanır. Sonra 6 yıllık dersler, stajlar, sınavlar ve tabii ki uykusuz geceler gelir. Tıp fakültesini bitirip doktor olduğunda tüm ailesi onunla gurur duyar. Bitti mi? Biter mi, daha yeni başlıyoruz. Sırada mecburi (zorunlu) hizmet var. Onu devlet okuttu. Borcunu ödeme vakti. Diğer fakülteleri bitirenleri Papua Yeni Gine devleti okuttuğu için onlara mecburi hizmet uygulanmaz. Pratisyen doktorun doktordan sayılmadığı bir ülkede yaşıyor bu doktor. Uzman olması gerek. Bunun için yine gelsin uykusuz geceler, dersler, kurslar.

TUS (tıpta uzmanlık sınavı) da aşılmış ve uzmanlığın ilk adımı asistanlık dönemi başlamıştır. Gelsin yine gün aşırı nöbetler, yerli yersiz hoca fırçaları, vaka takdimleri, her türlü ayak işleri, dersler (halâ bitmedi tabii) ve artık rutin hale gelen uykusuz geceler.

Sonunda uzman olmuş, yaş 30’u çoktan geçmiş olan doktorumuz nihayet kalan hayatını planlayabilir mi? Çok safsınız eğer evet diyorsanız. Sırada yeni mecburi hizmet var. Sağ olsun Papua Yeni Gine devleti diğer branşlardaki yüksek lisans ve doktora giderlerini karşılıyor. Fakat doktoru uzman yapan yine bizim devletimiz.

İkinci mecburi hizmet de bitti. Bu arada askerlik de halledildi. Eğer yetti gari diyorsa bir yere tayin çıkarıp 40’ından sonra uzman hekim olarak çalışır. Eğer daha yüksek hedefleri varsa yeni sınavlar (yan dal sınavı, doçentlik sınavı vs.), dersler ve de tabii ki uykusuz geceler onu bekler.

Bunca emek, yorgunluk ve çabanın sonunda hizmet ettiğin sayın milletimizden alacağın sıfatlar ve serzenişler var.

“Bunlar paraya doymaz.”

“Ne yaptın ki, iki tık tık.”

“Hastam ölürse sen de yaşayamazsın.”

“Şuraya on günlük bir rapor yaz.”

“Hekimlik kutsal bir meslektir. Parayla yapılmaz.”

“Gidiyorsanız gidin.”

Doktor gitmeye karar verir bu ülkeden. Arabasını hazırlar değerli varlıklarını bagaja yerleştirmeye başlar.

Bir köşeye doğru dürüst yaşayamadığı gençlik özlemini yerleştirir. Onun yanına uykusuz gecelerini koyar. Nöbetten nöbete, ameliyattan ameliyata, poliklinikten polikliniğe koşarken ihmal ettiği çocuklarının pişmanlığını sıkıştırır bagajda bir yere. Asgari ücretin biraz üstüne çalışırken, çok para kazanan bazı ünlü doktorlar ki sayıları %3-5’i geçmez, yüzünden “para düşkünü” sıfatını yerleştirir itina ile. Hasta ve hasta yakınlarından işittiği hakaretleri ve fiziki saldırıları da üstte bir yere koyar. Yolu uzundur. Bagaj dağınık kalmasın diye üstünü kapatmak ister. İyileşen hastanın gözündeki minnet bakışı, başarılı bir ameliyatın ardından duyduğu o rahatlama ve huzur hissi, muayene ettiği ve müdahalede bulunduğu yaşlı teyzenin “Allah razı olsun” deyişi aklına gelir. Bagajın üstünü insan, millet ve vatan sevgisi örtüsüyle kapatır.

…Ve başını yukarı kaldırıp bağırır.

“Bagajda bunca yük, yürekte insan, millet ve vatan sevgisi oldukça hiçbir yere gitmiyorum. Siz gidin…”