II. Mahmut ilk nüfus sayımını yaptıran padişahtır. Kadınlar o kadar yoktular ki, hayvanların sayıldığı bir yerde “esamileri” dahi okunmadı. Kadınların ilk kez “insan” özelliğini kazandığı, topluma karşın “erkeklerin sahip olduğu hakların tümünün kadınlara verildiği” bir Atatürk ve Cumhuriyet dönemi var. Bu dönemde kadın birey oldu, kişilik oldu, toplumun ve devletin, çalışmanın ve sıporun-yarışmanın her yerinde görev aldı, “ayıp, günah, yasak” köleliğinden kurtularak tüm hak ve özgürlüklerin sahibi oldu. Cin şişeden çıktı, insan oldu. Alınan birtakım siyasi kararlarla kadın, bir daha “cariyeleştirilerek köleleştirilemeyecek düzeye getirildi.” Tarikatlar, cemaatler kadını, “istedikleri gibi biçimlendiremeyecek, bir daha kadın siyasetin aracı olmayacaktır” inancı, dünya var oldukça yaşayacaktır.

Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası kadındır. Kadın, kendini “bir güç olarak” gördüğü gün, dünya salt erkeklere göre değil, kadınlara göre de dönecektir. İstanbul Sözleşmesi, “kadını, varlığını, yaşamasını, çalışmasını ve güvenliğini” hem iç hukukta, hem de uluslararası hukukta garanti altına alan” çok büyük bir aşamaydı. Bugün kaldırılsa bile yarın İstanbul Sözleşmesi’ne dönülecektir. Gelişimi, değişimi durdurmak ve nehri tersine akıtmak mümkün değildir.

Sözleşmeye, “aileye atılan bir bombadır” diyenler mi, sözüm ona, “aileyi korumaya çalışır görünenler” mi, 6284 sayılı “Aileyi Koruma ve Şiddeti Önleme” yasasının neden uygulanmadığının hesabını sormayanlar mı “aileye ve kadına sahip çıkacaklar”; yoksa “aileyi koruma” bahanesiyle “şiddetin sürüp gitmesini mi sağlayanlar” mı kadın haklarını garanti altına alacaklardır?

Kadına kadından başkası sahip çıkamaz, haklarını koruyamaz!

8 Mart 2012’den bu yana yürürlükte olan yasaya rağmen “binlerce kadın öldürüldü, şiddet gördü, tacize, tecavüze uğradı; binlerce çocuk taciz edildi, binlerce kız çocuğu tecavüzcüsüyle evlendirildi, çocuk yaşta anne yapıldı.”

Ceza kanunda suç tanımlanırken “birey” esas alınır ve yargılanır, bağlı bulunduğu kurum ve kuruluşlar değil. Bir kulüp, bir dernek, bir vakıf, bir parti suçlanmıyor, birey ele alınıyor ve yargılanıyor. Bireyin suçu “topluluğa” kesilmiyor. “Aile” deniyor da, birey olan kadının ve çocukların hakları tescil edilmiyor, güvence altına alınmıyor. Tek otorite ve karar sahibi olan “baba” “aile savunması” ile korunuyor. Suç işlediğinde de “adli kontrol” koşuluyla serbest bırakılıyor, “uzaklaştırılma” kararına karşın, yine de “boşanmak isteyen kadın” korunmuyor. Kıravat takan suçlu “ceza indirimine” uğruyor. Aileyi korumak “iyi hale” kurban ediliyor.

İstanbul Sözleşmesi, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” gibi, “uluslararası kadın ve çocuk hakları” bildirgesidir de. Hem iç hukuk, hem de uluslararası hukuk bu sözleşmenin dayanağı olacaktı. Kadının haklarının elinden alınması bir “insan hakları ihlali” sayılacaktı. Ne hükümet, ne de istemeyen “çevreler” böyle bir yükümlülüğün altına girmediler, mevcut düzenin sürüp gitmesini yeğlediler, sözleşmeyi kaldırdılar. “Erkek çok insandır, kadın az insandır, hakları olamaz” dediler.

Kadına karşı işlenen tüm suçları erkekler yapmaktadırlar: “Kadına şiddet uygulamada, haklarını gasp etmede, zor kullanmada, öldürmede, pisikolojik, ekonomik, cinsel zorbalıklarda, namusu bahane etmede, kıskançlık kırizlerinde” kötülüklerin kaynağı erkektir ve hep “kutsal aile, gelenek, görenek, töre-ahlak, kışkırtma” kavramları erkeğin kurtarıcıları oldu, bir zırh gibi erkeği sardı ve dokunulmaz kıldı. Tecavüz ettiği “çocuk ya da kadınla evlendirilerek” “namus temizleme” adına-bu nasıl bir namus oluyorsa-ödüllendirildi; kadın ya da küçük yaştaki çocuk da “ömür boyu hapse mahkum edildi.”

Toplumdaki ne adalet, ne hukuk, ne vicdan ve ne ahlak değil mi? Irz düşmanını hazmedip içine sindiriyor ve “namuslu” kabul ediyor.

Bir zamanlar Mısır’da kız kardeş evlilikleri yapılırdı./ Kimi ilkel kabilelerde “kız çocukları zevk almasınlar” diye sünnet edilirdi. “Kutsal” sayılan inekler Hindistan’ın “kast sistemindeki” inançla dokunulmaz kılındı. “Kutsal” sayılan farelere tapınaklar inşa edildi. Ve çok gelişmiş bir Japonya Şintoizm’e inandı. Bu toplumlarda kadın nerede duruyor ve hakları nasıl korunuyor? Hiç sorgulama zahmetine girdiniz mi?

NOT 1: 38 Yıllık özlemle doğan güneşe “günaydın” diyor, ŞAMPİYONLUĞU en içten duygularımla kutluyorum!

NOT 2: Hak edenlerin, özellikle kadınların ramazan bayramını kutluyor, sağlıklar diliyorum!

Sağlıkla, sevgiyle kalın.

TURAN BAHADIR                            

[email protected]