Bugün, bize dayatıldığını düşündüğüm gündemin tamamen değilse de biraz dışına çıkmaya niyetle kalemi elime aldım. “İnsana dair” gördüğüm, her zaman öncelediğim ama “fırsat bulamama” ya da başka önceliklerle sürekli ertelediğimiz, kimi zaman geri itip savsakladığımız “sevgi dünyamızın ahvaline” dokunmak, bir “çimdik atmak” geldi içimden. Her ne denli “ben” yerine kimi zaman “biz” ‘i kullansam da bu yazım kişisel bir küçük hesaplaşma sayılsın lütfen. Başarabilecek miyim emin değilim!
Bu arada benimle bire bir örtüşmese de aynı ya da benzer duygular içinde birçok arkadaşımın ve okurun olabileceğini tahminden öteye sosyolojik bir gerçeklik olarak gördüğümü söylemeliyim.
Gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkamaktan ya da bütünüyle duyargalarını tatile/dinlenceye göndermekten söz etmiyorum. Dahası ben merkezci, çıkarcı bir vurdumduymazlık ve de sorumsuzluğa ilişkin değil sözlerim. Böyle olmadıkları savını diline dolayıp bundan sıyrılamayan, öncelikler sırasını beyin ve yürekle eşgüdüm kurup biçimleyemeyen, bunda zaafa/yetersizliğe düşen benim gibi insanoğlundan söz etmeye çalışıyorum.
“Su katılmamış sevgiyi yaşamak” diyorum, pınarında yüzmek, kana kana içmek kimi zaman. Hangimiz ne ölçüde tatmaktan öteye yaşadık/yaşıyoruz! Özgünlüğünü ve özgürlüğünü bizim belirlediğimiz; kaygısız, tasasız, beslenircesine yani. Evet bir beslenme sorunu aslında; kıtlığında eksik, yarım kaldığımız…
Aslında yaşamın çok önemli bir yanını ertelemek bir bakıma; kimi zaman ıskalamak yaşamı. Çoğu siyasetçinin, yazan-çizenin, belki sanatçının, devlet yöneticisinin, yoğun çalışan kimi iş insanının neden sonra bir dizi keşkelerle hayıflandığı…
Çok şeyin alınıp-satılabildiği, bir “metaya” dönüştüğü/dönüştürüldüğü uzun bir süreçten geçiyoruz. Daha doğrusu artık tavan yaptığı denilebilir. Sıranın “sevgi” ve türevlerine geleceği belliydi. Gerçi “sevgi” üzerine sömürü/suistimal hep olagelmiştir. Sorunsalın aslını görmek, çürüyen sistemin, duygu ve düşüncelerin yanı sıra değerleri de bozup çürüteceğini öngörebilmek önemliydi.
Başlangıcı kesin saptanamayan bir “SARI ÖKÜZ” öyküsüdür bu çürüme; yürek yangınına duyarsızlık! Öyle ki son zamanlarda birçok alanda olduğu gibi bunun da “çivisi çıktı”! -Tarih, ikiyüzlü şaklabanları, halk avcılarını, “-beni siz var ettiniz” cileri, timsah gözyaşlıları, sırça köşk düşkünlerini ve yardakçılarını hep yazmıştır. Kuşkusuz bunlar da ilgili sayfada yerini alacak! Bu ayrı bir diyalektik yasa; koyduk kenara.-
Yukarıda “beyin-yürek eşgüdümü” dedim. Hemen kimi dostlarımın, “Bunca sorun varken siz nerede yaşıyorsunuz.” dediklerini duyar gibiyim. Tam da “beyin” ve “yüreklere” yapılan saldırılara sözü getirecektim. Ekmek mücadelesi ile sevgiyi koruyup-geliştirip-yaşatma mücadelesi birbirinden ayrı tutulamaz, tam tersi birbirini bütünler. Sevginin ve aşkın tüm türevlerinin yaşam bulmadığı/bulamadığı alanlarda, bozulma ve çürümeye alan açılır. “Sulandırma”- “çarpıtma” hızlanır, “öyle gibi görünme” kaygısı öne çıkar; bir rol yarışı, bir yapaylık adeta sırıtır artık.
Esas olarak beyinlere yani insan aklına, bilime yapılan saldırılar duygu dünyamıza ve değerlerimize de hızla yöneldi. “Sevgi”, bunun için çok önemli ve ne pahasına olursa olsun yaşatılmalı, ötelenmemeli. Çekirdek aileden başlayarak geniş aile ve bütünüyle toplum, sevginin KUTSAL bağlarıyla kenetlenmeli. Çok mu abartım “kutsal” sözcüğüyle, dokunmasın kimilerine; alınmasınlar. Günümüzde politik bir araç olarak kullanılan, sanal gösteriye dönüştürülen vakıflar, partiler, kişiler ve birçok kurum kutsanmıyor mu? Böylesi söz ve davranışlara yapılan eleştiri “günah” kabul edilerek “suç” sayılmıyor mu? O halde bırakın biz de sevgiyi kutsayalım. Kaldı ki kimsenin “sevgi bahçesine-tarlasına” bir zararımız olmaz, bilinsin; biz orayı da sırası gelince koruruz!
Yayılsın ama dillerde pelesenk olmasın, çürütülmesin! Tam da gelmek istediğim yer. Yerli yersiz kullanılan, “demode” olan “sevgi” yansılarına ilişkin sözcük ve kullanım bolluğu “SEVGİ” yi aslında yormakta ve yıpratmakta. Kuşkusuz ölçümü ve derecelendirilmesi zor bir duygudan; insansı bir güzellikten, devasa bir erdem birikiminden söz ediyoruz. Kimseye haksızlık etmeden ama sırası/yeri geldikçe yinelenen, bir bakıma hak edene sunulan.
Şimdi aklıma geldi; bir de yersiz tüketilen/kullanılan yoğun “sevgi” çağrıştıran seslenmeler var dillerde. “Anne”- “baba”- “abi”- “abla”- “oğlum”- “kızım” vb. yerine geçtiği düşünülen/varsayılan pek de anlamlı olmayan ünler, özellikle çocuklar ve gençler arasında ve kimi arkadaş kümelerince kullanılan, üstelik dil kurallarına uymayan “kısaltmalar”. Ya da “aşkım”, “sevdam”, “balım”, “böreğim” gibi az kullanıldığında anlamı ve etkisi büyük olan sevgi seslenişlerinin çok sık kullanılması. Bu da yıpratıcı geliyor bana güzellikler adına. Sevginin kutsallığını gölgeleyen, gücünü hafifleten sanki.
Buradan bir taş da muhatabına gitsin yazı biterken, dostlar üstüne alınmasın. Bizim için yarışıp- çırpınan(!), gecesini gündüzüne katan(!), her fırsatta bizi çok sevdiğini söyleyen kimi siyasiler ve devlet ricali, rol-model olmasa çocuklara-gençlere! Bir de bizi sevmeyi bıraksalar ya…
-Yarınlar Güzel Olacak-