“YİRMİ BEŞ KURUŞ’UN HİKAYESİ"

Ağlaya ağlaya okuyacağınız, tarihimizden gerçekleri anlatan bir hikaye.....
Seferberliğin ilânıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya gelerek, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edildi. 23. Alay’ın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye–Edremit– Çanakkale yoluyla cepheye sevk edildi. Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere, gönderdikleri çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirtilerek, köylülerden asker için yemek hazırlamalarını, misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamalarını istedi. Böylece yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve ibate (yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu. Aynı şekilde, o yıllarda henüz bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik, yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca. Muhtar;
“Burasının köy olduğuna bakmayın. Burası büyük bir köydür. Sizin taburun hepsini ağırlayabiliriz, yedirir içiririz.. Merak etmeyin deyince askerler, köyden ayrıldı. Gerçekten de belirtilen günde Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek hazırlamışlar, yatacak yerlerini hazırlamışlardı. Tabur Havran yakınlarına geldiğinde, Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştı. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok çok fazla gelmiş, artmış, hattâ ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk yatacak yer hazırlayan Havran Muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemişti. Bölük kumandanı şöyle anlatıyor:

“Ben her zaman, seferi durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta, birden, iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Neredeyse çarpışacaktık. Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi. Kadına:

“Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?”
diye sordum.

“Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…”

“Kim senin evlâtların?”

“Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlât vereceğim, dediydi… Onlara yataklar hazırladım… Yemekler hazırladım… Gelmediler… Onları arıyorum...”

Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış. O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da “başakçılık” deniyordu. Bu nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, ona kimse göndermemişti. Ama nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer hazırlamış, yiyecek hazırlamıştı. “Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım… Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz… Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, iki büklüm, yaşlı bir kadın, bastonuna dayanarak elinde bir torba yanıma geldi. Galiba akşam karşılaştığım nene idi.

“Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı onu koydum… Bunları benim asker oğullarıma yedir emi…”


Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı. İçinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı. Bana uzattı.

“Kumandan oğlum… biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar… Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?..”
Şaşırdım..
Biliyordum ki, nenenin başka parası yoktu… Bütün servetini getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım. Kaldırarak bölüğe gösterdim...

“Bölük… Bakın neneniz, size bütün servetini bağışladı... Bunu ona helâl ettirin..!” “Yürüyüş emrini verdim... Nene arkamızdan el sallıyordu... Bölüğüm... O yirmi beş kuruşu helâl ettirdi… Yarısından çok fazlası Çanakkale’de, şehit oldu… Bu millet böyle bir millettir. ( Net’ten)

 GÖRELE'DE  FUTBOL

 Futbol söz konusu olduğunda yakın bir tarihe kadar özellikle, Doğu Karadeniz'de adı anılan kadim şehir Trabzon ve kadim ilçe Görele.

Beşiktaş takımını Türkiye kupasından eleyen Trabzon idmanocağı’nda da üç Göreleli futbol oynuyordu.

Dönemin sosyal hayatı belki buna uygundu ve futbol birleştirici bir unsur idi. Mahalle ve köylerden takımlar çıkar amansız maçlar yapılır, bunun yanında Rize ve Samsun arası özel maçlar için Görele'ye gelinirdi. Bugün saymaya kalksak yetişmiş futbolcuları ardı gelmez.

 Fotoğraf ise bir Yusuf Ak klasiği ki çeken muhtemel o ki Fikret abidir. Bu takımın Görele Lisesi futbol takımı olduğunu düşünüyorum. Aralarında da milli ligde hakemlik yapmış bir isim var. Onu da anlatacağız ileride.

Futbolun birleştirici gücü o kadar güçlü imiş ki hala o kuşakların güzellikleri konuşuluyor.

 Görele futbolu konusunda bilgi sahibi olmak isteyenler Yaşar İmamoğlu'nun iki ciltlik kitabını okuyabilir. Trabzonspor'un temelinde, yakasında ki armasında Görele- Çavuşlu beldesinden  bir ailenin olduğunu ve soyadının armada temsilini de görebilir..

SOLDAN SAĞA: Haydar, Muammer, Melih, Feridun, Bilal, Osman

OTURANLAR : Sadi, İsmet, Tayfun, A.Osman, Nezihi. (UĞUR BİLGİ)

HÜSEYİN AVNİ AKER !                 

Trabzon’da ise “futbol-mekân-aşk” denince, şüphesiz akla ilk olarak ‘Avni Aker’ ismi geliyor. Hüseyin Avni Aker, Trabzon kentinin ilk spor önderlerinden. 1980’lerin başında ismi Şehir Stadı’na verildiği günden bu yana, tarihi bir şahsiyet olmanın ötesinde bir anlam ifade ediyor. Avni Aker, Trabzonsporlulara göre “ruh” demek; “inanç” demek; “tutku”, “efsane” ve “ihtilal” demek. Tanıl Bora futbolu taraftarın gözünde mitik bir evren olarak anımlıyordu. Avni Aker; işte o mitin kendisi.

Bu yazım Trabzon Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Metin Genç’e. Türkiye’nin önemli futbol mabetlerinden biri olan Hüseyin Avni Aker yıkılarak yerine Millet bahçesi yapıldı. Ancak buraya bugüne kadar henüz bir isim verilmezken, Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin resmi sitesinde, ‘ Hüseyin Avni Aker’in adı  geçerken ancak  Millet Bahçesinde maalesef belirleyici bir tabela yok. Aker’in torunları bu konuda çok ızdırablı. Hatta hatta,  dedelerinin isminin buraya yazılması için her türlü fedakarlığa hazırlar. Sayın Başkan bu durumu siz çözersiniz…