Devlet, sadece sınırları koruyan, vergi toplayan ve hizmet üreten bir yapı değildir. Devlet, aynı zamanda milletin hafızasını diri tutan, kimliğini koruyan ve geleceğe taşıyan en büyük organizasyondur. Bu bağlamda, bir devletin en asli üç görevi şunlardır:
Devlet, tarihini milletine doğru öğretmelidir,
Tarih, bir milletin hafızasıdır. Hafızasını kaybetmiş bir birey nasıl kimliğini yitirirse, tarih bilinci olmayan bir millet de kolayca yönlendirilir. Tarihi doğru öğretmeyen bir devlet, kendi eliyle sahte kahramanlar, efsanevi yalanlar ve ideolojik masallarla yeni nesillerin aklını karıştırılmasına göz yumar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
İbn Haldun’un şu sözü de bu gerçeği pekiştirir: “Suyun suya benzediği kadar, geçmiş geleceğe benzer.”
Bazı ülkelerde tarih kitaplarında sadece belirli ideolojilere hizmet eden olaylar anlatılırken, farklı görüşler sansürlenir. Bu durum, milletin ortak geçmişini değil, kutuplaşmayı büyütür.
Milli eğitim müfredatı, bilimsel, objektif ve kaynaklara dayalı “milli tarih” anlayışını esas almalıdır. Tek taraflı değil, çok yönlü tarih anlatımı benimsenmelidir. Resmî arşivler ve belgeler şeffaf biçimde araştırmacılara açılmalıdır.
Devlet, dilini milletine doğru öğretmelidir.
Dil, sadece bir iletişim aracı değil; aynı zamanda kültürün, düşüncenin ve kimliğin taşıyıcısıdır. Dilin yozlaşması, bir milletin hafızasının silinmesine, kültürünün dış etkilerle bozulmasına neden olur. Devlet, Türkçeyi korumakla yükümlüdür.
Konfüçyüs’e sormuşlar: “Bir milletin yıkılmasını sağlamak için size görev verilse, ilk ne yapardınız?” O da şu cevabı vermiştir: “İlk yapacağım iş, o milletin dilini bozmak olurdu.”
Dijital çağda, “online olmak”, “selfie çekmek”, “meeting yapmak” gibi ifadeler, Türkçenin yerine geçmeye başlamıştır. Bu durum, genç nesillerin kendi ana dillerinde düşünmesini ve üretmesini zorlaştırmaktadır.
Okullarda etkili bir dil eğitimi verilmeli, edebi eserler gençlerle buluşturulmalı, yabancı dillerin etkisini azaltmak için yerli yazılım, yerli medya ve yerli üretim desteklenmelidir. TRT gibi kamu kurumları, Türkçeyi doğru ve zengin kullanmaya özen göstermelidir.
Dinini Mensuplarına Doğru Öğretmek…
Din, bireyin inancı, ahlaki tutumu ve hayatla ilişkisini biçimlendiren en güçlü olgudur. Ancak hurafelerle, geleneksel dogmalarla, çıkar gruplarının yönlendirmesiyle din anlatıldığında; insanlar hem Allah’tan hem kitaptan uzaklaştırılır.
Kimi cemaat ve tarikatlar, dini kendi çıkarlarına göre şekillendirerek, bireyleri bağımlı hale getirmiştir. Bazı yapılar, din adı altında toplumu sömürmekte, devletin otoritesini sarsmaktadır.
Devlet eliyle verilen din eğitimi, hurafelerden arındırılmış, doğrudan Kur’an’a dayalı, akla ve bilime uygun bir temelde yapılmalıdır. İmam hatip müfredatları ve Diyanet yayınları sürekli gözden geçirilmeli, denetlenmelidir. Din eğitimi; vicdanlara baskı kurmadan, özgürlükçü ama doğru bir temelde verilmelidir.
Eğer devlet bu üç görevi ihmal ederse;
Tarih, siyasi manipülasyonların oyuncağı olur,
Dil, başka kültürlerin aracı haline gelir.
Din, ticari ve siyasi çıkar çevrelerinin sömürü aracına dönüşür.
Bu yüzden devletin; bilimsel, şeffaf, milli ve ahlaki değerlere dayalı bir eğitim politikası benimsemesi artık bir tercih değil, zorunluluktur. Ancak böyle bir anlayışla, geçmişin mirasını koruyan, bugününü sağlam kuran ve geleceğe güvenle yürüyen bir millet inşa edilebilir.
Unutmayalım:
Tarihini unutanlar yok olmaya,
Dilini yitirenler başkalaşmaya,
Dinini doğru öğrenemeyenler ise aldanmaya mahkûmdur.