Savaşa ve gibisine
Tanklar yürüyor
Uçaklardan ölüm yağıyor
Çöl yalnızlığında kayboluyor
Çocukların sesleri
Güneşleri hiçbir zaman doğmuyor
Kadınlar öldürülüyor
Kentler yanıyor, yıkılıyor
Bir daha anne olmayacaklar
Gökyüzü utancından kızarıyor
Dereler, çaylar, ırmaklar
kanları yıkayacak,
ateşi söndürecek;
ne güneşi var ne umudu dünyanın
Ölüm kusuyor katil beyinler
Susmuyor ölüm makineleri,
yürüyüp geçtikleri her yeri
gözyaşına boğuyor
Yanar dağlar patlıyor
Depremler, seller, heyelanlar
Binler, on binler gidiyor
Kaşla göz arasında
İnsanlık seyrediyor
Doymuyor gözleri
karnı açları öldürmeye;
hayvanın hayvana yapmadığını
yapıyorlar, hiç çekinmeden.
Yiğit, kahraman oluyorlar;
umarsızlıktan yıldızlar dökülüyor.
Ve onlar ölü etinden besleniyor.
DOSTLAR KORU BİLE DEĞİLDİ
Yaşam koşulları beterdi darbelerden;
savrulduk her birimiz yurdun dört bir yanına.
Kimimiz çok genç yaşta çekildik bu dünyadan,
kimimiz acısını yaşıyoruz, kaybolan güzelliklerin.
Gözler görmüyor, işitmiyor; kulaklar daha,
parmaklar yitirmiş duyarlılığını; tatlar eksilmiş ağızlardan.
Kalp tekliyor, bozuk saat gibi zor çalışıyor, pille;
yalan konuşmuyor aynalar, yüzdeki çizgilerle.
Kimi zaman bir anons, bir fotoğraf, sosyal medyada:
bir ağaç daha devrilmiş, düşmüş yere; seyremlenmiş orman.
Ya kalptir, ya kanserdir, ya çok organ yetmezliği.
Kimimiz İstanbul’da, Ankara’da, Londra’da;
kimimiz Trabzon’da tutunuyor hayata.
Sesi sedası çıkmıyor pek çok dostun, arkadaşın;
unuttular yaşamayı, çekildiler kabuklarına.
Ne organ yetmezliği var ne Alzheimer; Azrail’in
tuzağına düşmeyegörsün — insanlar kırıyor boyunlarını.
Yol yakınken dönülmüyor daha geriye;
mucizeler eski çağlarda kaldı.