Bir toplum düşünün. İçindeki insanlar biçilmiş rollerin oyuncusu… Bilgi yok, düşünce yok, beyinlerinden gelen bir dürtüleri yok. Dağıtılmış görevlerde ne söyleyecekleri belli. Araştırma, öğrenme, düş kurma; ötesi yok. / Ne diyorlar, “biz bir aileyiz. Anaya, babaya saygı en başat olanı. Kardeşlerinizi koruyup kollayacaksınız, sevip sayacaksınız, değer verip baş tacı edeceksiniz. Büyüklerinize hizmette kusur etmeyeceksiniz. Bağırma, çağırma, hakaret olmayacak; adaletli olunacak, haklarınıza rıza göstereceksiniz. Büyüğüne karşı gelen Allah’a karşı gelmiş, isyan etmiş olur”, ama kendileri yapıyor mu? Talkın, salkım meselesi…

Her aile söyleminde imbikten geçmiş, damıtılmış bu Tanrısal sözleri duyarsınız. Herkes, her büyük, bu inanç ve düşünceleri yineler. Gelin görün ki, çoğu aile söylediklerini yapmaz, aykırı hareketlerle otoritelerini sürdürmeye çalışırlar. Bakarsınız “doğrular, yanlışlar birbirine karışır. Sosyal, kültürel, ekonomik depremler olur, tüm değerler altüst olur, hak hukuk kalmaz, insan feleğini şaşırır, büyük küçüğünü, küçük büyüğünü tanımaz; sevgi, saygı bacadan söker… Akıl, bilgi, doğru, gerçek hak getire…

Neler oluyor dünyada, içinde yaşadığımız toplumda “değişmez” denilen neler değişiyor, neler gidiyor, neler geliyor? / Genelde değişimleri “zaman ve devir” sözcükleriyle anlatmaya çalışırlar. Devrin ya da zamanın değişmesi, üretim ve tüketim ilişkileri içerisinde insanların kullandığı araç gereçlerdeki değişime ve gelişime bağlı kalıyor. Yarattıkları değerler, ilişkiler elimizde olmadan doğruları yanlışları değiştirir, iyiyi, güzeli, çirkini, faydalıyı, zararlıyı değiştirir. Zamanla insani ilişkileri ve yaşayış biçimlerini değiştirir; zevkler, beğeniler değişir. Yaratılan bilgiler, düşünceler çağa damgasını vurur. İnsan bu kesin ve radikal değişimler karşısında yerini belirlemek ve bulmak zorunda kalır.

Ancak kimi insanlar eskide direnir, değişmeyi ve gelişmeyi reddeder. Değişimi kabul edenlere “çağdaş-modernist” olurken, eski değerleri sürdürmek isteyenler de “gelenekçi, muhafazakar” olarak kalır. Günümüzde yaşanılan anlaşmazlıkların, çatışmaların temelinde “gelenekçilerle modernizmin” kavgası yatmaktadır.

Çadır uygarlığının, toprak uygarlığının ve sanayi uygarlığının yarattığı toplumsal-düşünsel ve inançsal alışkanlıklar binlerce yıldan bu yana tekrarlana gelmektedir. İnsanlar hangilerini tanımış, bilmiş, öğrenmişlerse, “dünyayı onlardan ibaret görüp” yeni bilgilere, yeni düşüncelere, yeni görüşlere ve yaşayışlara yer vermemektedirler. “Misfak yerine diş fırçası ve diş macunu kullanmıyor, şalvar yerine pantolon giymiyor, yemeni yerine ayakkabı almıyor. Ama deve yerine “bismilsiz-rahmansız” üretilen otomobile, uçağa, gemiye biniyor; göbeğine inen sakallarına sürterek dünyanın en pahalı telefonuyla konuşabiliyor. Dünyanın en iyi doktorlarına tedavi olabiliyor. Silahsız savaşa gidilmeyeceğini bile bile kovide karşı aşı olmuyor. Eski ve yeni hurafeler içinde mutlu, mesut yaşamını sürdürüyor.

“Bilgi toplumu, elektirik-elektironik ya da dijital uygarlığı” yaşadığımız bu çağda insan nasıl olacak? Eski uygarlıkların değerleriyle yeni çağın yarattığı değerleri bir arada götürebilecek mi? Bu zamana kadar “örnek insan modelinden”, vatana, millete, insanlığa hayrı dokunan fedakar-adanmış insan var iken bundan sonra “annesini, babasını bakan evlat” tiplemeleri görülecek mi? Artık insanlar yeni üretim-tüketim araçlarıyla doğan ekonomik koşullardan ötürü dünyanın herhangi bir yerinde kalıp çalışabiliyorlar. “Aileden” kopuluyor, uzaklaşılıyor, anne, baba, eş, çocuklar ihmal edilebiliyor. Bakımevleri, yurtlar, oteller-moteller yeni barınma yerleri kurumsal olarak bakımı üstlenebiliyor. Özgürlük ve birey hakları en ön sırada yerini alabiliyor. Dinsel değerlerden çok ekonomik ve kültürel değerler, yaşam sevgisini derinleştirerek dünyadan zevk almak duygu ve düşüncesi evrensellikle baş döndüren bir hızla insanların yaşam felsefesi olabiliyor. Ulaşım kolaylığıyla dünya küçülüyor. İnsanlar bir gün İstanbul’da, bir gün Londra’da, bir gün Tokyo ya da Nevyork’ta olabilmektedirler. Moskova, Singapur, Güney Afrika Cumhuriyeti hiç de uzak değil. Artık “gurbet” yok.

Küçülen dünya içerisinde en siteril ortamlarda yapılan “mikro cerrahi operasyonlar” dururken “sülükle yapılan tedavilerin-operasyonların” erdemlerinin(!) peşinden mi gidilecek? Yüz on milyar ışık yılı ötesinden gelmekte olan galaksilerin ışıkları hala dünyaya ulaşamamışken ve dünya toz bile değilken, zamanı ve mekanı yutan uzayın kara delikleri bizi nereye götürecek? Yoksa binlerce yıldan bu yana süregelen alışkanlıkların-geleneklerin-hurafelerin-masalların içerisinde olup bitenlerden bihaber yaşamayı mı sürdüreceğiz? Bilimin olanakları insana sonsuzluğun ufuklarını açarken biz reddedip hala el yordamıyla mı yolumuzu bulmaya çalışacağız? Hala karanlık, sisli ufuklarla mı boğuşacağız? Yoksa bilimin, teknolojinin sağladığı yeni olanaklar, yeni düşünceler ve yeni yaşam koşullarıyla dünya nimetlerinin tadını mı çıkaracağız?

İstediğimiz her bilgi, ya da erişemediklerimizin yolları, yöntemleri dijital dünyada bir dokunuş kadar uzakta ve öğrenmenin her türlü özgürlüğü var. Yeter ki bilginin, düşüncenin peşinden gidilsin; eskinin ellere, ayaklara, göze ve beyne yapışan yosunlarından kurtulunsun. Pırıl pırıl bir gökyüzü ve yaşanmaya değer yıkanmış, tertemiz bir doğanın olduğu görülsün. Yeni bilgi, düşünce ve taze inançlarla dolu dolu, zengin, anlamlı bir hayata yelken açılsın. Bir sürü anlamsız, saçma sapan, insanı tutan, engelleyen, durduran, bilgi, düşünce ve inançlarla oluşturulan yük beyinlerden atılsın.

Aklın, bilimin ve teknolojinin sunduğu olanaklar özgürlüklerin alanını genişleten yeni bir yaşam türküsüdür. Zaman yeni ve güzel şarkılar söylemeye gebe...

Sevgiyle, esenlikle kalınız…