İç ve dış sorunlar sarmalında ağırlıklı olarak “yuvarlanan” bir “siyaset kurumu” ile ülkemiz bir batağa sürüklenmekte. Sanal ve yapay “çözüm” savlarıyla ortaya çıkanlar kendi kişisel ya da siyasal beklentilerini gerçekleştirmek için yarışırken güzel Türkiye’mizin düzlemi kayganlaştırılıyor; bölücülük/ayrışma/kin/öfke katlanarak büyüyor, Cumhuriyet felsefesinin içi boşaltılıyor, karşı-devrimci güçler gemi azıya alan densizlikleriyle ilke-yasa-anayasa tanımayan hukuksuzluk ve edepsizlikleriyle “iki ileri bir geri” yöntemini kullanarak amaçlarına doğru hızla yürüyorlar!
Değişim/dönüşüm önce eğitimi biçimleyerek başlamıştı yıllar önce. “Merdiven altı” oluşumlarla, gederek vakıf ve dernek adı altında “meşru” ve “yasal” statü kazanan Cumhuriyet ve Devrim düşmanı tarikat/cemaat örgütlenmeleri adım adım devletin bütün kurumlarına egemen duruma geldiler. Bu hükümetle son yıllarda vites yükselten anlayış artık bir üst aşamaya geçmeyi önüne koydu. Gerici/Cumhuriyet karşıtı kadroların MEB’de tamamen dizginleri ele almasıyla uygulama örgün ve yaygın eğitim kurumlarının da dışına taşınarak tüm gençliği ve ülke insanını biçimleme, tam bir “tebaa” / “ümmet” topluluğu oluşturma aşamasına geçildi/gelindi.
Eğitimin yanında onu bütünleyen kültür-sanat ve yazın dünyasına da müdahale yapılmalıydı diye düşünen üst akıl ona da kendince biçim vermeye yöneldi. Bu stratejiyle bir siyaset/taktik geliştirildi ve uygulamaya hızla kondu. Bir yandan toplumcu kültür-sanatın olanakları, etki alanı iyice daraltılırken öte yandan topluma “sanat-kültür-yazın” adına her tür “sululuk” ve “cıvıklığı” öne çıkaran, ilke-kural-sanat disiplini-etik değer tanımayan bir pervasızlık, hükümet ve yandaş denilebilecek belediyelerce, sözüm ona vakıf ve derneklerce halkımıza “boca edilmeye” başlandı! Hele bilim yuvası olması gereken kimi üniversitelerin akılcılıktan/bilimden ve de eğitim-kültür-sanattan yoksun içerikleriyle ve konuklarıyla panel-sempozyum-konferans-festival adı altında etkinlikler düzenleyerek genç beyinleri yönlendirip etkilemeye çalışması üniversitelerimiz ve Türkiye’nin geleceği için giderilmesi çok zor bir kayıp ve yıkım olacaktır.
Bir başka söylemle içi boşaltılan kimi değerlerde olduğu gibi özgünlük-yaratıcılık-emek gölgelenerek -çoğu zaman bilinçli engellenerek- ilke ve köşeleri olmayan, geleneksel türsel niteliği dikkate alınmayan ve piyasacı mantık ve çıkar ilişkileriyle insanımıza sunulan “türler” ve temsilcileri son yıllarda el üstünde tutulur oldu! TRT ve yandaş kanallarda bolca boy gösteren/ “ahkam kesen”, “tatlı ödenek ve yolluklarla” beslenen yeni yetme ve “yerden bitme” bir “KÜLTÜR-SANAT İĞDİŞ GÖREVLİLERİ” ortalığa salındı. Palazlandıkça daha çok “bilen” ve saldırganlaşan bu “güruh” toplumsal sanat vitrinimiz de parlatıldıkça parlatıldı. Elbette kabul edilebilir bir durum değildi bu vitrin.
Sürecin bu aşamasında özellikle yerel seçimlerde el değiştiren belediyelerden “sanat dünyası” ve toplum olarak beklentilerin oluşması doğaldı. Kuşkusuz onlarda bu yıkımı görmüş olmalı ki iyi niyetle hemen işe koyuldular. Ancak iyi niyetin yanında nitelikli ve gönüllü kadrolar ve bunların da katkı sunduğu gerçekçi bir izlence, stratejik bakış zorunlu görülmelidir. Kültür-sanat, bütün disiplinleriyle olmazsa olmazlar barındıran ilke ve kurallar taşır. Sanatın çok yönlü etki ve gücünün yanında bir işlevi de kamucu/halkçı aydınlanmaya, birey/yurttaş kimliğine kattığı derinlik ve sağladığı enginliktir. Bu, sanatın toplumları “olgunlaştıran”, “büyüten” ve “güzelleştiren” en kutsal yanı ve temel niteliğidir.
Sürekli işin “eğlence” boyutunu öne çıkarıp, düzey/çıta/nitelik konusunu ikincil görmek hiçbir sanat türünde kabul edilebilecek, hoş görülebilecek bir durum değildir. Özellikle 31 Mart yerel seçimlerinde elde edilen başarının kalıcılığı gerçek anlamda nitelikli kültür-sanat etkinliklerinin öne çıkarılmasıyla olası olabilir. Bunun için yetkililerin ekip çalışmasına önem vermeleri, ilgili sanat ve kent dinamiklerini harekete geçirmeleri, onların görüş ve önerileri doğrultusunda izlence oluşturmalarında büyük yarar olduğu bilinmelidir. “Ben bilirim” bencilliği ve “ehvenişer” /kötünün iyisi mantığı ile yapılanlar, sanat’ın kabul edemeyeceği ve sanatçının da yine hoş göremeyeceği bir tutarsızlıktır.
Bu bağlamda kimi yerel yönetici ve yetkili dostlarımızın samimiyetle yapmak istedikleri etkinliklerin teknik ve altyapısal yanlarını bir yana bırakarak içerik ve nitelik yönüyle değerlendirmeye ve eleştiriye daha açık olmaları beklenen bir durum sayılmalıdır. Bu işin öznesi olması gerekenleri yani değişik sanat disiplinlerinde varlıkları ve üretkenlikleriyle öne çıkan ama çok da “politik” ya da partili görünmeyen/ görünmek istemeyen beyin ve yürekleri, siyasi denge ve kaygılardan uzak durarak benimseyip yeğlemek her yerel yöneticiyi bulunduğu “başarı” ve “hizmet” düzeyinin daha da üstüne çıkarır!
Bir önceki tümceyi, “acı” gerçeği üzülerek yazdım! “KÜLTÜR-SANATLA GÖNÜL İLİŞKİSİ” içinde olup “tribüne oynamayanla”, sırası gelince karşı çıkıp yeni ve özgün seçenek sunanla ve elbette her yetkiliye “siz daha iyi bilirsiniz” demeyenlerle yönetenlerin arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Bu kültür-sanat ve yazının/edebiyatın tarihsel özgünlüğünün yanında “dik başlılığı” ile açıklanabilir. Ancak bu “dik başlılık” saygı ya da saygısızlık gibi sözcüklerle/kavramlarla ölçülemeyecek büyüklükte ve kutsallıkta bir erdemdir diye de vurgulamak isterim!
-Yarınlar Güzel Olacak-