Son günlerde terörün bitmesi amacıyla bazı söylemlere şahit olmaktayız. Bu söylemlerin eyleme döndüğünde ne kadar başarılı olacağını anlayabilmek için yaşadığımız terör sürecini geniş açıyla bakıp değerlendirmekte fayda var. En başta belirtmek gerekir ki ülkemizin maruz kaldığı terör olgusuna yaklaşım siyaset üstü bir tavır gerektirir. Siyasi görüş veya aidiyet duyulan siyasi parti gibi faktörler terör olayına bakışı ve sunulan çözüm önerilerine yaklaşımı etkilememelidir. Bu olay milli bir meseledir ve çözüm yönünde katkı yapabileceğini düşünen bütün vatandaşlar siyasi kimliklerinden sıyrılarak fikirlerini rahatça söyleyebilmelidir. Terör elbette bir amaca hizmet etmek için yapılmaktadır. Özellikle emperyal güçler dünyanın her yerinde terör vahşetini bir maşa gibi kullanarak amaçlarına uygun sonuçlar oluşturmak için çalışırlar. Bu güçler hedeflerinde olan ülkelerde terör örgütlerini kullanırken kendi vatandaşlarını asla kullanmazlar. O ülkelerde yönlendirebilecekleri kullanışlı gruplar bularak vekalet savaşları yaptırırlar. Böylece hem istedikleri gibi terör ortamları oluşur hem de kendi vatandaşlarının burunlarının bile kanamadığı zaferler kazanırlar. Dünyanın çeşitli bölgelerinde bu şekilde kurgulanan vekalet savaşlarının yapıldığını görmekteyiz. Ülkemizdeki PKK terör örgütü ve bileşenleri de Türkiye Cumhuriyetini bölmek ve emperyal güçlerin sömürüsüne uygun bir coğrafya oluşturmak için kurgulanmış ve vekalet savaşı amacıyla kurulmuş taşeron bir terör örgütüdür. Her kurgulanmış terör örgütü gibi PKK’nın da bir miadı vardır ve artık bu miad dolmuştur denilebilir.
Uzun süredir maruz kaldığımız terör sürecine siyaset ve sosyoloji biliminin ışığında bakmak faydalı olacaktır. Alanında uzman olarak kabul edilen tarihçi ve siyaset teorisyeni Prof. Dr. Miroslav Hroch’un ilgili kuramını konumuza uyarlayalım ve başka bir açıdan bakarak süreci irdeleyelim. Hroch’un kuramına göre milli kimlik oluşturma ve siyasi bir harekete dönüştürüp sonuç almak için üç aşama gereklidir. İlk aşama akademik ilginin öne çıktığı aşamadır. Bu aşamada dini, kültürel, tarihi, edebi eserler verilir. Gerçek anlamda eserler yoksa da gerçek olmayan eserler üretilir. Çünkü önemli olan gerçek olgular değil, gerektiğinde amaca hizmet etmek için üretilmiş sahte eserlerin gerçek olarak algılanmasıdır.  Bu aşamada milliyetçi idealler ile topluma ulaşılmaya çalışılır. Bilindiği gibi ülkemizde ayrılıkçı odaklar uzun bir süre özellikle güneydoğu bölgemizde tarihte hiç olmamış devletler, topluluklar, kültürler üretmeye çalışmışlar. Bazı tarihsel topluluk ve devletleri de kendi geçmişleri ve tarihleri olarak sunmaya çalışmışlardır. Hiç olmayan bir devlet ve millet algısı oluşturarak amaçlarına bir temel oluşturmak için her türlü hayali senaryoyu uygulamaya çalışmışlardır. Bir kısım insan üzerinde başarılı olmuş olsalar da yalan ve uydurma tarih genel kabul görmemiştir. İkinci aşama ajitasyon evresidir. Bu evrede lider isimler, düşünürler, aksiyonerler ve militanlar devreye girer. Artık düşünceden aksiyona geçilir. Ülkemiz terör örgütünün ve yandaşlarının bu aşamada yaptığı terörden çok zarar görmüştür. Çok insanımız kaybettik ve ülkemizin enerjisi, zamanı ve zenginliği boşa harcandı. Taşeron terör örgütü PKK bu aşamada vahşet dolu hain eylemlerini yapmış ve binlerce günahsız insanımızın kanını dökmüştür. Üçüncü aşama düşünce ve aksiyonun geniş tabanlara yayılma ve kabul görme evresidir. Artık halk hareketi başlatılarak nihai hedefe ulaşılmaya çalışılır.  Bu teoriye göre ve mevcut görünüm dikkate alındığında ayrılıkçı terör gruplarının ve destekçilerinin ilk iki safhayı geçtiği ve üçüncü safhaya geldiği söylenebilir. Üçüncü safhada PKK terör örgütü ve bileşenlerinin aşamadıkları sorun bölge halkını bir ayaklanma veya toplumsal bir direnişe yönlendirememesidir. İhanet dolu bütün gayretlere rağmen Kürt kökenli vatandaşlarımız bu kurguya alet olmamaktadır. Bu durumda fonksiyonsuzlaşan PKK terör örgütünün ve silahlı gruplarının tasviyesi sonrasında siyasi uzantılarıyla amaçlarına ulaşmaya çalışmak kendilerini kullanan emperyal güçler açısından en mantıklı yol olacaktır.  Çünkü artık PKK terör örgütü plan içindeki misyonunu tamamlamıştır ve bir halk isyanını gerçekleştiremedikleri için artık tasviye edilerek üçüncü safha olarak siyaseti kullanmak en geçerli yol olacaktır.
Tanım olarak terör; şiddetin, sosyal, ulusal, ırki, dinsel, fesat çıkarıcı ve diğer maksatlarla ve sosyal sınıflar arasında çatışma ve savaşı tahrik etmek üzere planlı ve hukuk dışı olarak kullanılması olarak tarif edilir. Terör, üzerine çöktüğü bütün toplumlara büyük acılar yaşatan insanlık dışı bir vahşet hareketidir. Türkiye Cumhuriyeti bu terör olgusunu bütün olumsuz yönleriyle yaklaşık 45 yıldır yaşamaktadır. Elbette bu terör belasından kurtulmak çok doğal ve masum bir istektir. Fakat bu istek PKK gibi vekalet savaşında kullanılmak amacıyla emperyal güçlerin kurduğu bir terör örgütünün ve cani elebaşının sözüne güvenerek olamaz. Taktiksel ve stratejik ömrünü tamamlamış bir terör örgütü ve sözde liderini terörü bitirmek özlemi ve amacıyla muhatap almak kendilerine hak etmedikleri  bir seviye kazandırıp çok büyük sıkıntılara yol açabilecektir. Bu örgüt ve paydaşlarının muhatap alınması bir türlü yapmayı başaramadıkları halk ayaklanması yerine siyaset alanında meşruiyet kazanarak ihanetlerine şekil değiştirerek devam etme ümitlerinin yeşermesine sebep olabilecektir. Maalesef bazı kişi ve kuruluşların bilerek veya bilmeyerek bu terör gruplarının ümitlerini besleyecek şekilde terminolojik olarak yanlış kelimeler kullandıklarını da görmekteyiz. Terör örgütüyle Türkiye Cumhuriyeti muhatap değildir ve karşılıklı anlaşma veya ateşkes yapılamaz. Bu ifadeler terminolojik olarak yanlış kullanılan ifadelerdir. Bu yanlış ifadeleri kullanıp Türkiye Cumhuriyeti ile Terör örgütünü neredeyse eşit göstermeye çalışan bir kısım yazar çizer grubun ısrarla en kötü barış anlaşması en iyi savaş halinden daha iyidir gibi sözler söylediklerine şahit oluyoruz. Tarihsel perspektifte baktığımızda bu sözün çok yanlış olduğunu söylemek durumundayız. Sevr barış anlaşması da kelime anlamı itibarıyla bir barış anlaşmasıydı. Fakat Türk’ün ölüm fermanıydı. İçinde barış sözü geçtiği için şiir yazarcasına ve melankolik duygularla bu çıkmaz yolu olumlamaya çalışıp çıkar yol gibi empoze etmeye çalışma gayreti tam anlamıyla entelektüel bir sahtekarlıktır. Türk Milleti olarak bizden görünen fakat hiçbir milli meselede Türk Milletinin yanında durmayan ve Milletin aydını olmaktan uzak bu entelektüel görünümlü sahtekarlara karşı dikkatli ve uyanık olmalıyız.
Devletimizin ilgili kurumlarının süreci bütün yönleriyle analiz edip en doğru kararı vereceği inancındayız.