karadeniz'in yükseltilerindeki dağ köylerinde 1960'lı yıllarda zaman kavramı yoktu sanki birçok insanın evinde değil radyo takvim ya da saat bile yoktu 

ramazan ayı geldiğinde her köy kendi içinden kur'an-ı kerim'i ezberinden bilen kişileri ramazan ay’ında imam yaparlardı 

hayal meyal olsa da anımsadığım kadarıyla o zamanlar şimdiki gibi hiç kimse kimseyi inanç kutsalında sorgulamazdı ancak ramazan ayı geldiğinde herkes sevinirdi içten içe çünkü yokluğun verdiği ağır yoksulluk yükü en azından iftar ya da sahurda birkaç yiyeceği bir arada görme şansı verirdi herkese 

kimi aileler daha varsıl olsa da ortak payda yokluk ve az çok var olanı paylaşma duygusuydu  

üç dört mahalleden oluşan köyümüzün en üst mahallesindeydi bizim evimiz 

bizim mahalleden sonra da yayladan önceki yerleşim olan mezerelere de yakındı 

karganın bile üç molada çıktığı bir yer 

boztepe'den atılan ramazan topunu duymak için görevli amcamız pür dikkat kesilirdi köyün kente doğru uzanan kıranında gelecek olan sese odaklanır hiç kimse çıtını çıkarmaz top sesini duyar duymaz da akşam ezanını burada okurdu görevlisi  

büyüklerimiz iftar sonrası teravih namazı kılmak için camiye giderdi 

bizler de çoğunluk caminin etrafında koşuşur büyüklerimizin namaz ritüelini bozduğumuz içinse epey azar işitirdik 

sadece kadir geceleri tüm mahallelerdeki derme çatma camilere mahalle halkı gider ibadetin sonunda gül suyu kolonya ve şerbet ya da dağıtılan akide şekerlerinden alırdık 

şimdilerde o günleri her ne kadar yâd edecek olursak olalım yokluğun çıplaklığı yakardı ruhlarımızı 

her şeye ama her şeye imrenerek bakardık 

hiç unutmuyorum; 

sanırım 1967 yılıydı köyümüzün merkez camisinde bir bayram namazı kılınacaktı 

o zamanlar da şimdiki gibi ilkyaza denk gelen bir mevsimdi 

caminin hemen dibinde şadırvan ve bir altında da köyümüzün en büyük mezarlığı vardı 

annemin babasının evi de bu camiye komşuydu 

sabahın alacasında köyün merkez camisinin kapısına çoluk çocuk dayanmıştık kulaktan kulağa namaz sonrası şeker dağıtılacağı söylenmişti çünkü 

köyün ileri geleni bir amca sıkı sıkıya bize tembih ederek (sanırım yaramazlık yapmayalım diyerek) 

namaz sonrası şadırvanın önüne dizilmemizi salık vermişti 

hepimiz pür dikkat kesilmiş resmen asker gibi bir an bile kıpırdamadan şadırvanın önünde hazır kıt’a bizim orada durmamızı isteyen amcayı bekliyorduk 

en sonunda milleti ahval cami kapısından çıkmaya başlamıştı 

coşkuyla avuçlarımıza sıkıştırılacak şekerleri beklemeye koyulduk 

bizlere şeker dağıtacak olan amcanın elindeki selenin içindeki pembe ve beyaz akide şekerlerinin görüntüsündeydi yuvalarında fırfır dönen gözlerimiz amcamız hepimize ellerimizi ileriye doğru uzatıp avuçlarımızı açmamızı söyledi 

sonrasında söyleyeceği her sözün sonunda da âmin! dememizi salık verdi 

okuduğu her duanın sonunda âmin! diyerek feryadı figan ederken biz bir baktım sol avucuma pembe şeker koyuldu 

çarçabuk onu ağzıma atarak emmeye başladım sonrasında da ikinci sırada da diğer avucuma beyaz akide şekeri damladı 

daha birincisini ememeden ikincisini de yemek için düşünürken bir anda aklıma küçük kız kardeşim gelmişti 

her bayram sabahı avucuma damlayan o iki akide şekerini düşünür geçmişin yoklukla sınanmış olan şeker bayramlarını yaşarım işte bu ahval ve şerait içerisinde: 

-şeker bayramınız kutlu olsun! 

mimera