Farkında mısınız; duraklarda, belediye otobüslerinde, sokaklarda herkes birbirine “kulak kabartmış” gibi duruyor ya da yürüyor! Kim ne konuşuyor, kim hangi partiyi veya lideri eleştiriyor! Hangi lider övülüyor, beğenmezsem; kime nasıl cevap verebilirim heyecanı hemen herkesin içinden güçlü bir şekilde yansıyor. Bu heyecan, zaman zaman “sokak röportajlarında” bile açıktan kendini belli ediyor. Vatandaşlarımız çoğu kez içlerinden geçirdiklerini olduğu gibi söylemeye çalışıyorlar ama, eğer o anda söylenenleri beğenmeyen karşı duruşlu başka bir vatandaş orada varsa o zaman bu röportaj neredeyse kavgaya dönüşüyor! Bu bizlere şunu gösteriyor; okuma kültürü eksik olan bir toplum yapımız var. Bilgimiz yok, bunu elde etmek için uğraşımız yok ama; her konuda fikrimiz var maşallah!

120 bin ana kelimeden ve bir milyon türetilmiş kelimeden oluşan, musiki gibi muhteşem bir dilimiz var. Ancak gelin görün ki; günlük hayatımızda duygu ve düşüncelerimizi ifade etmek için kullandığımız kelime sayısı azami olarak 300 kelimeyi geçememektedir. Normal olarak birbirimize duygularımızı bu kadar az kelime ile anlatamadığımız için, kavga ve çekişme kaçınılmaz oluyor. Bugün yaşadığımız toplumsal çekişme ve didişmeler, tamamen bu sığ anlayışla yakından ilgilidir.

İnsanımız genellikle basın-yayın organlarından, televizyonlardan gündemi öğrenmeye çalışıyor. Ülkemizde gerçek anlamda, halkı doğru bilgilendirmek için hizmette bulunan gazete ve televizyonlarımız ne yazık ki çok az ya da hiç yok! Fikri ve kültürel alanda; beslenme kaynağı yanlış haber ve yorumlar olan ve siyasi olarak aşırı kutuplaştırılan insanımız çok huzursuz ve asabi bir kontrolsüzlükte yaşıyor. Herkesin bildiği sanki bilimsel testlerden geçirilmiş en doğru fikir olarak kabul ettirilmek isteniyor. Bu anlayışta olanlara gerçekleri anlatsan da anlamıyorlar. Hatta sizi hemen yaftalıyorlar! Bu çok yanlış bir bakış açısı.

Toplumumuz bu duruma, siyaset dilinin mutlaka kazanmak isteğinin seslendirilmesi neticesinde gelmiştir. Bir bakıyorsunuz dün söylediği ile bugün yaptığı arasında doksan derece fark olan görüşler ile ilgili dün ne söylendiği ve ne yapıldığına kimse kulak asmıyor. Terörle iltisaklı diye haklı olarak eleştirilip şeytanlaştırılan bir siyasi yapıdan, 2015 seçimlerinde iktidar partisinin iki bakan görevlendirdiği ortadadır. Bunlar; Avrupa Birliği Bakanı Ali Haydar Konca ve ekonomi Bakanı Müslüm Doğan’dır. Şimdi siz bunu otobüste evinize giderken söyleseniz, belki de orada bulunanların bir kısmı sizi araçtan dışarı atacak kadar hiddetlenir, böyle bir şeyin asla olmadığını ve bunun bir iftira olduğunu söyler. Bu tür düşünen insanlara neyi anlatabilirsiniz ki? Ve yine, devletin en yetkililerinin Hizbullah terör örgütü diye tanımladıkları yapının devamı niteliğindeki İslami makyajlı siyasi oluşumun bugün, “milli ve yerli” ilan edilmesi garabetinin şaşkınlığını yaşıyoruz! Siyaset bu kadar çaresizleşti mi? diye insan düşünmeden edemiyor!

Tıpkı bunun gibi; 14 Mayıs’ta ülkemizi yönetecek olanları seçmek için, tercihlerini kullanmak adına sandığa gidecek vatandaşlarımızın kullanacakları oyları ne kadar bilinçli olacaktır. Bu elbette ki vatandaşın suçu değildir. Bütün yönetim mekanizmalarının ve anlayışlarının bu durumdan payları vardır. İftiranın, yalanın, riyanın, dönekliğin, itibar gördüğü siyaset dünyasının bir an önce gerçek fabrika ayarlarına dönmesi gerekir. Demokrasi ile yönetilen modern ve model ülkelerin hayat şartlarına özeniyoruz ancak, kendi ülkemizde bunu uygulamaya razı olmuyoruz. Bu ne yaman çelişkidir!

Günün sonunda; yapılacak seçimler dünyanın sonunu getirmeyecektir. Sadece tercihlerimiz ile nasıl bir gelecek beklentimiz olduğunu ortaya koymuş olacağız. Bu bir vatandaşlık görevidir ve ihmal edilmemelidir.

Sıra sandığa geldi, eleştiri, iftira, kargaşa, yalan yerine; doğru tercihleriniz ile yarınlarımızı inşa edebiliriz. Görevimizi yapalım ve tercihlerimizi ertelemeyelim.