AKIL VE İSLAM
İslâm dini, Kur'an'ın ilk emrinin "Oku!" olmasıyla, öğrenmeye ve bilmeye ne kadar değer verdiğini açıkça göstermiştir. Temel inanç esasları, düşünme, sorgulama ve akletme üzerine kuruludur. İnsan, aklı sayesinde hem varlığı idrak eder hem de dinî sorumlulukları yüklenir. Bu nedenle, İslâm ve akıl tarih boyunca birbirini tamamlayan, itici iki güç olmuştur.
Bugün sahip olduğumuz tüm teknolojik ve bilimsel gelişmeler, aklın somut çıktılarıdır. Atomun yapısından uzay keşiflerine, modern tıptan dijital iletişim ağlarına kadar her ilerleme, gözlem, deney, mantık ve muhakeme yoluyla elde edilmiştir.
İslâm'ın Altın Çağı'nda (8. yüzyıl - 13. yüzyıl), Müslüman bilim insanları aklı kullanarak matematik, tıp, kimya ve astronomide çığır açan buluşlar yaptı. İbn’i Sina, İbn’i Rüşt, Farabi sadece bunlardan bazılarıdır. Bu dönem, vahyi rehber edinen aklın, ilim ve medeniyet üretme gücünün en büyük ispatıdır. Çünkü Kur'an, kâinatı bir "ayetler kitabı" olarak sunar ve bu kitabı okumayı, yani bilim yapmayı emreder. Akıl, bu okumanın vazgeçilmez aracıdır.
Ne yazık ki, bugün bazı çevreler İslâm coğrafyasında, aklı inanç hayatının dışına itmeye çalışmaktadır. "Akıl yerine sadece nakil (aktarılan bilgi) yeterlidir" düşüncesiyle, dinin emirlerinin ardındaki hikmetin ve rasyonel temelinin araştırılması engellenmektedir.
Sorgulamayan, sadece ezberleyen bir zihin yapısı, icat etme ve yenilik üretme yeteneğini köreltir. Bu durum, Müslüman toplumların bilimsel ve ekonomik olarak diğer medeniyetlerin gerisinde kalmasının nedeni olmuştur.
Akıl devre dışı bırakıldığında, din, kolayca katı, akıl yürütülemez dogmalara dönüşebilir. Bu durum, hoşgörüyü azaltır, farklı görüşlere tahammülü yok eder ve şiddeti meşrulaştırmaya çalışan radikal grupların türemesine zemin hazırlar.
Kişi, kendi aklını kullanmak yerine sadece başkalarının söylediklerini taklit etmeye yönelir. Bu durum, bireysel sorumluluk duygusunu zayıflatır ve toplumsal olarak fikirsel tembelliğe yol açar. Bu gün ülkemizin bu görüntüyü vermesi İslam’ın onayladığı bir bakış açısı değildir,
Halbuki Yüce Kur’an da; yüzlerce ayette aklın kullanılmasına atıf vardır ve akıl 49 Ayette fiil olarak geçmektedir. Yani, kullanılmayan akıl, İslam da yok hükmündedir,
Bu akıl karşıtı tutum, ülkemizdeki Cumhuriyet kazanımlarına meydan okuyan davranışlarla aynı paralelde ilerlemektedir. Cumhuriyet, eğitimi, hukuku ve toplumsal hayatı aklın ve bilimin ışığında yeniden düzenlemeyi hedeflemiştir.
Bu, Türkiye'nin modern bir devlet olarak var olabilmesinin temelini oluşturur.
Ancak, aklı ve bilimi dışlayan, sadece duygusal ve ezbere dayalı bir inanç anlayışını topluma dayatmaya çalışan çevrelerin güçlenmesi, ciddi kutuplaşmalara neden olmaktadır:
Bir tarafta akıl, bilim ve seküler yaşamı savunanlar, diğer tarafta ise geleneksel, sorgulamayan inancı merkeze koyarak, “neden-nasıl” ilişkisini sorgulamayanlar arasında derin bir güven ve iletişim kopukluğu oluşmaktadır.
Laik eğitim, kadın hakları, hukuk devleti gibi aslında İslam’ın da özünde olan Cumhuriyetin temel değerleri, bu akıl karşıtı zihniyet tarafından sürekli olarak tartışmaya açılmakta ve yıpratılmaktadır.
Aşırı kutuplaşma, toplumu farklı yaşam tarzları ve inançlar üzerinden keskin gruplara ayırmaktadır. Bu durum, ortak bir ulusal kimlik ve amaç etrafında birleşme gücümüzü zayıflatır ve üniter devlet yapımızın temellerine zarar verir. Toplumsal uyumun ve birliğin sağlanması zorlaşır.
İslam, aklı kullanmayı bir görev olarak emreder. Aklın dışlandığı bir toplum ne bilimsel olarak ilerleyebilir ne de sağlıklı bir inanç hayatı sürdürebilir. Türkiye'nin ve tüm İslam dünyasının ilerlemesi, ancak vahiy ile aklı, inanç ile bilimi uyum içinde yaşatmasıyla mümkündür. Aklın rehberliğini terk etmek, hem dinin özüne hem de toplumsal barış ve bütünlüğe karşı yapılmış en büyük ihanettir.
Bugün ülkemizdeki gidişatın bu bakımdan iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz.
Unutmayalım ki; aklını kullanmayan toplumlar, akılsızlıklarının esiri olurlar!