Kıbrıs: Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Kalesidir.
Türkiye için "Kıbrıs", sadece bir "milli dava" veya tarihsel bir sorumluluk değildir. Günümüz dünyasında Kıbrıs, Türkiye'nin denizlerdeki geleceği, enerji güvenliği ve vatan savunmasının en ön cephesidir. Son dönemde yaşananlar, bu adanın neden "vazgeçilmez" olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Haritayı önünüze alın. Türkiye'nin güney sahillerine (Mersin, Antalya, İskenderun) bakın. Tam karşılarında duran ada Kıbrıs'tır.
Eğer Kıbrıs tamamen Türkiye'ye düşman bir gücün eline geçerse, Türkiye'nin güney sahilleri "denize sıfır" olmaktan çıkar, "Kıbrıs'a sıfır" olur. Türkiye, kendi güney sularında, kendi "Mavi Vatan"ında serbestçe hareket edemez hale gelir. Doğu Akdeniz'deki devasa doğalgaz yatakları üzerindeki hakkını kaybeder.
Kıbrıs, Türkiye için Akdeniz'e açılan kapıdır. Askeri deyimle, Türkiye'nin güneyini koruyan "batmaz bir uçak gemisi"dir. Bu gemi batarsa veya el değiştirirse, "Anavatan"ın savunması doğrudan tehlikeye girer.
ABD, uzun yıllardır Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne (GKRY) uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. Bu, "şımarıklık" olarak yorumlanabilecek bir hamledir, çünkü adanın barışına değil, silahlanmasına hizmet eder.
GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır ile sürekli askeri tatbikatlar yapıyor, enerji anlaşmaları imzalıyor. Bu ittifakın doğal hedefi, Türkiye'nin ve KKTC'nin Doğu Akdeniz'deki haklarını yok saymaktır.
Türkiye'nin yıllardır dile getirdiği bir gerçek var: Güney Kıbrıs (GKRY), PKK ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin Avrupa'ya açılan kapısı, eğitim ve lojistik merkezi olarak kullanılmıştır.
Seçimle; önceki olumsuz gelişmeler, bu unsurların adadaki siyasi ve sosyal hayata sızma girişimleri olarak okunabilir. Bu, KKTC'nin iç huzurunu bozmaya yönelik bir faaliyettir.
Kıbrıslı Türkler Neden Farklı Düşünüyor? Bunu bizim anlamamız ve kabul etmemiz mümkün değildir!
Bu, Türkiye'den bakınca en çok kafa karıştıran konudur. "Biz onlar için canımızı veriyoruz, onlar neden Rumlarla anlaşmak istiyor veya Avrupa'ya yaklaşıyor?" sorusu sıkça sorulur.
Rum tarafı (GKRY) AB üyesidir ve tüm Kıbrıslılar teknik olarak AB vatandaşı sayılmaktadır. Bu, Kıbrıslı Türklere "serbest dolaşım" ve "Avrupa pasaportu" gibi cazip imkanlar sunuyor. Emperyalist güçler ise bu olguyu her fırsatta köpürtmekte ve yavru vatan ile Türkiye Türkleri arasına fitne sokmaya çalışmaktadırlar.
2004'teki Annan Planı'nda Kıbrıslı Türklerin çoğu "Evet" oyu vererek Rumlarla birleşmeye razı oldu, ancak Rumlar "Hayır" dedi. Bu, Kıbrıslı Türklerin bir kısmında "Biz barış istedik, olmadı, şimdi kendi yolumuzu bulmalıyız" düşüncesini güçlendirdi.
Türkiye'nin adada (KKTC'de) bulundurduğu Kolordu seviyesindeki askeri güç (yaklaşık 35-40 bin asker), adanın fiziki savunması için fazlasıyla yeterlidir. Bu güç, tam teçhizatlı, tanklı, toplu bir birliktir.
Ancak asıl mesele 35 bin asker değildir.
Bir saldırı durumunda, mesele KKTC'deki askerin savunma yapması değil, Ankara'nın tepkisidir. Adadaki Türk askeri, bir "caydırıcılık" gücüdür, bir "sigorta"dır. Oraya yapılacak bir saldırı, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'ne yapılmış sayılır.
Türkiye'nin ana karası, Kıbrıs'a sadece birkaç dakikalık uçuş mesafesindedir. Türk Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve SİHA filoları, adadaki 35 bin askerin "arka bahçesi"dir. 35 bin asker "kapıdır"; o kapıyı zorlayan, karşısında 85 milyonluk Türkiye'yi ve onun tam kapasiteli ordusunu bulur. Bu nedenle askeri yeterlilik konusunda bir şüphe yersizdir.
"Federasyon" Bitti, Yaşasın "İki Devlet": Türkiye, "Rumlarla birleşelim, tek devlet olalım" (Federasyon) defterini kapatmıştır. Çünkü Rum tarafının amacı Türkleri eşit ortak yapmak değil, azınlık olarak yönetmektir.
Çözüm, "egemen eşitliğe sahip iki ayrı devletin" varlığını kabul etmektir. Yani KKTC'nin bir devlet olarak tanınmasıdır.
ABD ve İsrail'in Rumları bu kadar şımarttığı bir ortamda, Türk askerinin (Garantörlük) adadan çekilmesi düşünülemez. Kıbrıs’ta muhakefetin zaman zaman seslendirdiği bu yanlış düşünce dün yapılan seçimlerin belirleyici kriteri olmuştur.
Türkiye, "dış güçlerin" Kıbrıslı Türkleri yönlendirmesini engellemek için, KKTC'yi ekonomik olarak daha da güçlendirmelidir. Ambargoları delecek yollar bulmalı, yatırımı artırmalı ve Kıbrıslı Türklerin "Anavatan"a olan güvenini tazelemelidir.
Doğu Akdeniz'de sondaj gemilerini ve donanmayı hazır bekletmek, "Benden izinsiz buradan gaz çıkaramazsınız" mesajını sürekli vermektir.
Kıbrıs, Türkiye'nin kırmızı çizgisidir. İster terör örgütleri sızmaya çalışsın, ister ABD-İsrail ittifakı Rumları silahlandırsın; Türkiye için adanın stratejik önemi değişmez.
Bilinmeli ve unutulmamalıdır ki; Türkiye’nin stratejik ve milli beklentilerini karşılamayan seçim sonuçları hepimiz için telafisi mümkün olmayan sıkıntılar yaşamamıza sebeb olabilir.
Bu bakımdan Kıbrıs’ta çözüm, "Bizim olanı her daim daha güçlü hale getirmek" olacaktır.