Bu dünyada hiçbir devlet güvende değildir! Heran her şeyin olabileceği bir sona doğru evrilen dünyamız, artık üzerindeki ağır ve kirletilen yükü taşıyamaz hale getirilmiştir. İnsanoğlunun tatmin edilemeyen doyumsuzluğu, bölüşmek istemeyen cimriliği, gücü yettiği her şeyi kendinin zanneden açgözlülüğü yüzünden dünya bu duruma düşürüldü. Kendisine bahşedilen bunca nimeti adil bölüşme yerine; “benden başkasının canı çıksın” mantığı ile sahiplenen ve kendilerini her şeyden ve herkesten güçlü zannedenlerin sonlarının gelmekte olduğu bir dünyada yaşamaktayız. Ad kavmi de, Semud kavmi de zamanının güçlü ve kudretli toplumlarıydılar. Eyke halkı da, Lut kavmi de, Nuh kavmi de çok güçlü olduklarına inanıyorlardı. Karun ise zenginliğini kendi aklı ve becerisi ile elde ettiğini haykırıyordu! Ama ikazlara aldırmayan bu sapkın toplumlar ve kişiler, yapılan bütün ilahi ikazlara aldırmadıkları için, gücün esas sahibi karşısında yok olup gittiler. Tarih bunun şahididir. Yüce Kur’an bunun şahididir.

Kur’an’ı Kerimde yaşanılmış birçok olayın anlatılması boşuna değildir! Günümüz insanına ve insanlığa birer mesajdır! Yüce yaratıcının gönderdiği Peygamberler tarafından ikaz edildikleri, doğru yola davet edildikleri halde sapkınlıklarına devam edenlerin başlarına gelen korkunç sonun, günümüz insanı ve insanlığı için de bir uyarı mahiyetinde olduğunu insanlık anlamakta gecikirse akıbetin ayni olacağını, aklı olan her insanın anlayabileceği bir dünyada yaşıyoruz. O zaman olduğu gibi, günümüzde de insanlar bu ilahi gerçekleri görmezlikten geliyorlar. Sonucun ayni olacağını tahmin etmek elbette ki kâhin olmayı gerektirmeyecek kadar açıktır!

Yüce Kur’an’da 400’e yakın Ayette İsrailoğullarından bahsedilmekte ve onlarca Ayette, İsrailoğulları sapkınlıklarından ve ilahi emirlere ihanetlerinden dolayı lanetlenmektedirler. Bu lanetli kavmin günümüz dünyasındaki hemen bütün fitne, kargaşa, savaş, aldatma, hile hareketlerinin sembolü olarak algılandığı bir gerçektir. Sadece Ortadoğu da değil, dünyanın her tarafında bu algı güçlü bir şekilde bilinmekte ve görülmektedir. Sermaye hareketleri ile bütün devletlerin ekonomileri üzerinde yönlendirme etkisi olan bu hacmi küçük etkisi büyük olan devlet, işgal ettiği Filistin topraklarında ise on yıllardır zulüm ve baskı rejimi uygulamakta, o toprakların aslı sahiplerine yaşama hakkı tanımamaktadır. Bu uygulamasını dünyanın gözü önünde ve Birleşmiş Milletlerin aleyhine aldığı onca karara rağmen yürütmektedir. Filistinliler ise, Osmanlılar zamanında kendilerine sağlanan olağanüstü imkân ve rahatlığı kolay unutmanın ve Osmanlı’ya sırt çevirmenin bedelini çok ağır ödemektedirler. Buna rağmen kaybettikleri vatanlarını geri almak için var güçleri ile mücadele ediyor, katlediliyorlar ancak vazgeçmiyorlar. İsrail’in yıllarca ablukasına rağmen, biriktirdikleri güçleri ile zaman zaman İsrail’e unutamayacakları dersler veriyorlar. İşte “Aksa Tufanı” adı verilen bu son Filistin şahlanışının bir intihar olduğunu düşünenler olabilir. Ancak bilinmeli ve unutulmamalıdır ki; kaybedilen vatanları tekrar geri alabilmenin bedeli her zaman çok ağır olacaktır.

Bu kritik kavşakta, belki de Ortadoğu ve dünyada yeni ve sürpriz gelişmelere sebep olacak “Aksa Tufanı” olayında Türkiye tabiri caizse, iki düşünüp bir yapmalıdır. Çünkü tarihi misyonu gereği bu bölgede nihai hedef Türkiye’dir. Türkiye bu noktada duygusallıktan ve sloganlardan uzak hem devlet aklını kullanacak ve hem de diplomasinin sihirli gücünden yararlanarak kendisine yakışanı yapmak için hareket edecektir. Duygusallıkla atıla bilinecek bir adımın, bu coğrafyada devletimize ve milletimize büyük bedeller ödetebileceği aşikârdır. Durup dururken, fütursuzca; bizim topraklarımızdan kalktığı iddia edilen savaş uçakları ile teröristlere karşı yönlendirdiğimiz İHA’mızı müttefikimiz zannettiğimiz Amerika’nın vurması boşuna değildir, bunu iyi tahlil etmeli ve kararlılığımızı göstermeliyiz.