barhal çayının doğduğu yerlerden biri de gudashev (özgüven) köyü
ilk kaynağı iki kola ayrılıp (biri yosunlu diğeri yosunsuz) küçük marsis dağına bakmakta ikisi de
ve oradan diğer kollarıyla birleşip yekvücut olarak çoruh nehrine karışmakta
bahar ayları boyunca çıldırır gelir eriyen kar sularıyla birlikte
boz bulanık akıp giderken yıkar gider önüne ne çıkarsa
ben bunu hep nedense geçmişteki birleşik işçi eylemlerine benzetirim
yer yerinden oynar da kıyamet koptu sanırsınız
o hönkürüp ortalığı velveleye veren egemenler pusar inlerine sığınır
tarih tekerrürden ibarettir
ve bir gün gelecek yine söyleriz adına sosyalizm dediğimiz kardeşliğin türküsünü
*
şimdilerde boyunduruğunda yaralı karayağız atlar gibi gemlerinden çekilip onlarca bentler (hes ve baraj) vurulmuş kara bağrına
kara tarihsel geçmişine
ne çıkar vurulursa vurulsun
yine doğacaktır sabahlar
ne barhalçayı barhal ne de çoruh nehri çoruh o eski günlerinde olmasa da
*
yol boyunca yöreye uygun ahşap evler çarpıyor gözünüze ilk bakışta
kimi evler de zamana uygun beton yarı kagir binalar yapılmakta
kimi evler de çamurdan muska şeklinde tayatlarla aralarında moloz taş ve samanlı kilden çamurlardan müteşekkil iki katlı yapılmış
çivit renginde boyalı çoğunun kapısı penceresi
elde o vardı demek ki
ya da gizli bir söylencenin en temel rengiydi kimselerin bilmesini istemeseler de
*
onu ilk gördüğümde köhne kahvehanenin köşesinde koklisvari sinik bir şekilde oturuyordu
pamuk yumağını andıran bir aklık vardı seyreltilmiş sakalında
usulca yanına iliştim
fark etmedi beni bile
bacakları zangır zangır titreyen masanın bir köşesinde aylarca suya hasret kül tablası
üzerinde birkaç tane sonuna kadar içilip zumur zumur ezilmiş kaçak cigara izmariti
arada göğüs kafesi inip çıkmasa günlerdir hasır sandalyenin üzerinde terki diyar ettiğini sanırsınız bu yalan dünyayı
yüzyılların yorgunluğunu alıp veriyordu sanki
kahveci ben istemeden bir çay getirdi
ben de olanca sessizliğime gömülüp dışımdaki yarı ölü yarı uyuyakalmış şahsı izlemeye koyuldum
arada derin derin iç geçirdiğini ağzında tek tük kalan suya yatırılmış şimşirin kahverengiye dönüşmüş dişlerini gördüm
her ağız açıp kapadığında ister istemez görmeye başladım
çay ve cigaranın zehri kapsamış dört bir yanını
zayıflıktan kurumuş erik dalı gibiydi
kafasında beyaz bir sarık sarığın etrafında da koyu yeşil bir kumaş parçası
güneşten ya da eskimişlikten ve kirden kaynaklı lime lime olmuş
bir ara gözlerini aralar gibi oldu
önüme gelen taze çayın kokusu bir an da uyandırdı onu daldığı yüzyıllık yalnızlığın yoksunluğun uykusundan
kahveciye işaret ederek bir çay da amcaya vermesini istedim
hafifçe gülümseyerek meraba sözü çıktı buruşuk dudaklarından
ben de ona merhaba amca dediğimde sessizce oynadığımız iki kişilik milyonlarca figüranlı siyah beyaz film de bitmişti içimde
..
*barhal kilisesi mutlaka görülmeli gudashev köyüne mutlaka gidilmeli

barhal