Bir anne tüm annelerin sözcüsü gibi soruyor: “Niçin doğruyoruz, niçin al bebek, gül bebek büyütüyor, okullara gönderiyoruz? Niçin eğitip yetiştiriyoruz? ‘Tırnağına taş değmesin’ diye sağlıklarını gözümüzün nuru gibi koruyor, ‘geleceğimiz’ diye baş tacı ediyoruz. Tüm dünyamız çocuklarımız. Akşama eve ne zaman gelecek diye meraktan çatlıyoruz. Trafiğe mi takıldı, yolda mı kaldı? Başına bir hal mi geldi? Kaza mı oldu? Geciktiklerinde vesveseden, başımıza üşüşen kötü duygu ve düşüncelerden yerimizde duramaz, nefes alamaz oluyoruz. Görüyoruz, izliyoruz televizyonlarda, gazetelerde okuyoruz, çocukların, gençlerin, insanların başlarına neler neler gelebiliyor. Sokaklar, caddeler güven vermiyor, insan kendini tedirgin hissediyor.”
“Çocuklarımızın göz altına alınıp tutuklandıklarını televizyonlardan öğreniyoruz. Anne babalara telefonla dahi bildirilme ihtiyacı duyulmuyor. Neden tutuklanıyorlar: ‘Sevdikleri bir liderin mitingine gittiler, o lideri desteklediler’ diye. Hükümetin ve yönetimin yanlışlarını ‘protesto’ ettiler diye. Yanlış işler yaptıklarını, yalan konuştuklarını, milleti ‘Allah’la, din, iman, Kuran, ezan, bayrak, sünnet, peygamber’ kutsallarıyla aldatıp kandırdıklarını söylediler, milletin hakkının yenildiğini yüzlerine haykırdılar diye. Doğruyu, yanlışı, haksızlığı söylemek ne zamandan beri suçlar listesine girdi? Osmanlı ya da Cumhuriyet dönemi kimi yönetimler güçsüzleştiklerinde, beceriksiz, başarısız, sorunlar karşısında aciz kaldıklarında, eksiklerini, yanlışlarını, yalanlarını örtmek için suçlu aramaya başlar, hayali suçlara, suçlular bulur, sürgüne gönderir, zindana atar ya da yağlı kementle boğdururlardı. II. Abdülhamit, kaybettiği bir milyon altı yüz seksen bin km kare toprağın ve kötü, adaletsiz, keyfi, hafiyeli yönetiminin sözünü eden aydınları sürgünden sürgüne gönderirdi. Kimilerini zindanlarda çürütür, kimilerini de boğdurturdu. Kanuni Esasi’yi kaldırdı, Meclisi Mebusanı hükümsüz kıldı, ‘kanun benim’ dedi ve Devleti ‘hafiyelerle 33 yıl yönetti. Bunları söylemek, yazmak sürgün için, zindana atılmak ve boğdurulmak için çok büyük suçlardandı.”
“Çocuklarımızı, doğru, dürüst, ahlaklı, namuslu, gerçek bildiklerini yaşamaları ve söylemeleri için yetiştirmiyor muyuz? Sağlam karakterli, demir iradeli, güvenilir, kişilikli olmaları için uğraşmıyor muyuz? Tuttuklarını koparır, mücadeleci, yılmayan, pes etmeyen, baskılara, zorbalıklara, haksızlıklara, yalanlara, dolanlara, aldatmalara, kandırmalara boyun eğmeyen insanlar olmalarını istemiyor muyuz? ‘Evet efendim’ diyen, ‘hayır’ demesini beceremeyen, uyuşuk, pısırık, hakkını koruyamayan, hakkına sahip çıkamayan, hep birilerinin korumasına, yardımına, desteğine muhtaç olan zavallı çocuklar, gençler olmamalarını istemiyor muyuz? Hep birilerinin güdümünde kalmasınlar diyoruz. Ekmeklerini taştan çıkaran, özgür, yaratıcı insanlar olmalarını istiyoruz.”
“Büyüklerin her yaptıkları, her zaman doğru değildir. Yalanların insanları, aileyi, ülkeyi-toplumu zarara uğratacağı gerçeğiyle karşı karşıya kalındığında çocuklar-gençler neden ‘kral çıplak’ diye haykıramasınlar? Bu hak onların ellerinden neden alınıyor? Büyükler, ‘gençlerin doğru tepkilerinden rahatsız oluyorlarsa’ o zaman yanlış yapmasınlar, yalan konuşup aldatıp kandırmasınlar. Yaptıkları yanlışları gençler dillendirdiklerinde, o zaman rahatsızlık duymasınlar.”
“Gençler, kaliteli, nitelikli, üstlenecekleri görevleri liyakatli bir biçimde yapsınlar diye zahmete, masrafa, sorunlara göğüs gerilerek okutulup yetiştirilmeye uğraşılıyor. Ve görüyoruz: İnşa edilen binalar depreme dayanıksız, yapılan köprüler, yollar, spor rampaları, kayak merkezleri çöküyor. Doğru, dürüst, ahlaklı ve namuslu, liyakatli yetişmeyen, yandaşlıkla kişilikten yoksun bırakılan insanlar hesapları yanlış bağlıyorlar; çıkarlarını düşünüyorlar, çalıyorlar. Gençler bunları söylediklerinde neden suçlu muamelesine maruz kalıyorlar?”
“Devletin her tarafından yolsuzluk, adam kayırma, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma” kanalizasyon gibi akıyor. Her tarafta mafyalaşma alıp başını gitti. Hele bir parti lideri “hükümeti, icraatı eleştirdi diye televizyonlara, televizyon patronlarına, gazetecilere mafyalaşarak parmak sallayıp ‘tenhalarda özür kabul edilmeyecektir’ tehditlerini savurabiliyor. Bu ülkede Sinan Ateş Cinayetini bilmeyen yoktur, niçin işlendiğini de… Bu ülke özgürdür, özgür kalacaktır.
ANAYASA MADDE 26. – Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) MADDE10. -İfade Özgürlüğü:
“Herkes görüşlerini açıklama ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.“
Hukuk dışı yönetimler Anayasa’nın 26., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesini çiğniyorlar ve hiçbir beis görmeden bu davayı “hakarete” dönüştürerek sürdürüyorlar. “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesinden kopulduktan sonra hukuki otoriteler susturuldu, hukuk, yargı, adalet değil rejim karar veriyor artık.
Hakları ve özgürlükleri olanlar, yönetenler ve yandaşlardır. Onların dışındakilerin hukuki, Anayasal ve yasal hakları yoktur. Gençler de öyle…
Sevgiyle, esenlikle kalınız….