Bilmeliyiz ki; yararlandığımız coğrafi imkanlarımız tükenmez değildir. Ne kullandığımız su, ne doğru- dürüst koruyamadığımız yeşil alanlarımız ve ormanlarımız ve ne de; uçsuz-bucaksız masmavi denizlerimiz ve bunların bizlere sundukları nimetler sonsuz değildir.
   Koruyamazsak yeşil biter, acımadan kesersek orman yok olur, çöpleri çöp kutularına değilde , denize ulaşacak şekilde yere atarsak denizlerimiz küser, içerisindeki besin kaynaklarımız yok olur gider ki, bunun geri kazanımı da bir daha kolay olmaz ne yazık!
   Yaklaşık otuz yıldan beri, yazılıp, söylenip anlatılmasına rağmen, özellikle “doğu Karadeniz’de” çöpler, dereler vasıtasıyla denize taşınmaktadır.
Ordu’da Melet çayına, Giresun’da Aksu, Bulancak’ta Pazar suyu , Vakfıkebir’de Fol deresi , İskenderli’de  Çamlık deresi, Beşikdüzü’nde Kurbağalı dere, Çarşıbaşı’nda Ağasar deresi vasıtasıyla, Belediyeler çöplerini yıllarca denize gönderdiler. Bölgemiz de de aynı hatalar uzun süre devam etti. Of Baltacı deresinden, Sürmene deresine, Araklı Küçükdere çayından, Karadere’ye, Arsin Yanbolu deresinden, Trabzon Değirmendere suyuna kadar yıllarca çöpler bu ırmaklarla denize taşındı,Katı atık depolama tesislerine rağmen (bu tesisilerin işletilmesi de uluslararası standartlarla çok da örtüşmemektedir). denizlerimizin de bir canlı olduğu unutuldu! Ne bulduysak denize attık. Buna karşılık denizlerimiz isyanını; Marmara’daki müsilaj olayı ile ortaya koyduysa da bunu dahi yeterince anlayamadık. Tabiat olaylarındaki beklenmedik değişmeler, seller, su baskınları gibi tabi afetler, gelecek olan daha büyük felaketlerin habercisi olmasına rağmen, bizlerde bu uyarıları ısrarla anlamamaya devam ediyoruz.
   Balıkçılığımız can çekişiyor! Eskiden “salyongaz ağları” 40 mm’den aşağı ağlarla yapılmazken; kaçak avcılık ve yetersiz denetimler sonucu bugün denizde balıklara yumurta bırakacakları yuva bırakılmadı!!
Bilinçsiz deniz kumu kullanımı sonucunda sahillerimizde boğulma olayları çok arttı. Oysa; “Denize girilmez” levhalarına dikkat edilmeli ve “cankurtaran” ekiplerinin olmadığı yerlerde kesinlikle denize girilmemelidir.
   Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkenin insanları olarak yılda üç kez balık yiyemiyorsak, bunda hepimizin sorumluluğu vardır.
Artık olan oldu, bundan sonra ne yaparsak fayda vermez demeden, en kısa zamanda “av yasaklarını” uzatmamız gerekmektedir. Ayrıca; balıklara kota gelmesi  önemli görülmelidir. Dünya devletleri denizleri koruma ve deniz ürünlerinin verimini arttırmak için hangi uygulamaları yapıyorsa, bizde aynı tutum içerisinde olmalıyız. Nasıl canı acıtılan insan, canını acıtana tepki koyuyorsa, denizlerimiz de, tabiat da kendisine karşı yapılan yanlışlara ayni şekilde, afetlerle, sellerle, depremlerle ve su baskınları ile karşılık vermektedir. Bu konuda ömrünü ilime adamış uzmanları dinlemeli ve çevre konusunda son derece duyarlı davranmalıyız.
   Medeni insan olmanın  en önemli çağdaş göstergesi de bu değilmidir? 
   Sonuç olarak; denizlerimizi öldürmeyelim, doğaya saygılı olalım, dengeyi bozmayalım ki, yaşadığımız hayatın bir anlamı olsun.