Cinayet işleniyor. Kızılca kıyamet kopuyor. Televizyonlar, gazeteler, yazarlar, siyasiler, “öldürme” olayının karşısında yer alan herkes koroya katılıyor ve dili döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalışıyor, öfkeleniyor, aşağılıyor, lanetliyorlar. Bireysel nedenlerle öldürmelerde yer yerinden oynuyor. Narin cinayetinde olduğu gibi büyük yerlerden büyük katliamlar söz konusu olunca herkes korkuyor ve susuyor. Belalı işler “devlet eliyle, yasalar ve mahkemeler, ordular aracılığı” ile örtülüyor.

Canlıyı, insanı seven herkes kinini, nefretini, öfkesini kusuyor savaşla gelen bilimsel ölümlere; adaletten, haktan, hukuktan yana tavır alanlar katillere ağız dolusu küfürler ediyor. Bir kişi, iki kişi değil, binler, yüz binler, milyonlar öldürülüyor. Çoğu zaman “ölenlere şehit, kalanlara gazi” diyorlar, işi yumuşatıyorlar. Kutsal amaç için öldürme hak oluyor. “Savaşın galibi kahramanlar”, “gizli ödenekte bir düşünce, bir inanç” gibi bağışlanıyor, “katil” oluşu bir daha ağza alınmıyor. Savaşan tarafların hepsi kendini “haklı” görüyor, ölümler en modern makinelerle sürüyor. Dünya var oldukça onların katillikleri anlamını yitirmeyecek, İbrahim’in torunları da kör inançlarıyla birbirini yemeye devam edeceklerdir.

Bireyin katilliği ömrünün sonuna kadar kendisini gölge gibi takip etse de, her işinde, her ilişkisinde, her girişiminde, her konuşmasında, yüzüne vuruluyor gibi duyumsasa da, o, hiç durmadan herkes kendisini konuşuyor sanacak, milletin dilinden düşmediğine inanacaktır. Oysa galip, güçlü, devletlerin hiç umurlarında değildir katillikleri. Küçükler ve büyük bir çoğunluk, binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanın, çocuğun katilini düşünmezler bile. Birinci, ikinci Dünya Savaşlarında milyonları öldürenler anımsanıyor mu?

“Güçlü, büyük”, “silah sanayisi gelişmiş uluslar, hiç durmadan başka ülkelere silah satışı yapıyor, öldürsünler, birbirlerini yesinler” diye. Yeni silahlar üretiyorlar, yeni öldürme teknikleri geliştiriyorlar. İnsanların ölümünü istiyorlar, insanlar, çocuklar yaşasın istemiyorlar. Kara orduları azaltıldı artık, deniz piyadeleri de öyle. Uzayı kullanıyorlar, yüzlerce, binlerce km. ötedeki hedeflere nokta atışı yapıyorlar. Özel tesisler, fabrikalar, şehirler vuruluyor, insanlar öldürülüyor, toplumların hayatları, ekonomileri, sağlıkları çökertiliyor, kentler tahrip edilip viraneye çevriliyor. Açlık, kıtlık, hastalık, işsizlik kol geziyor. İnsanların yaşama haklarını ellerinden alıyorlar. Yollar, köprüler, okullar, hastaneler havaya uçuruluyor, uygarlık ve bu zamana kadar olan insani kazanımlar yok ediliyor. Kaprisler ve “ulusal çıkarlar”, rahatsızlıklar… İnsanlığı beladan kurtarmıyor. “Benim insanımın yaşaması ve beyinsel özürlerimin tatmini için seni öldürmem gerek” diyorlar. Nesi var, nesi yok ‘vurup, ellerinden’ alıyorlar. Böyle bir anlayış, böyle bir düşünce, böyle bir inanç sağlıklı olabilir mi? Neden hep birlikte çıkarlara, kaprislere, ihtiraslara, doyumsuzluklara karşı çıkıp insanların “insan gibi yaşaması için-karnı tok sırtı pek, sağlıklı bir biçimde- mücadele vermiyorlar?

Güçlüye tapılıyor, secde ediliyor. Amerika ve İsrail kendi çıkarları için istedikleri insanlık dışı her saldırıyı, silahı kullanma hakkını kendinde buluyor. Avrupa ülkeleri, Asya ve özellikle İslam ülkeleri kuyruklarını kıstırmış bir biçimde, petrollerini sömürttükleri Amerika’ya karşı ağızlarını dahi açamıyorlar. Amerika’yı ve İsrail’i durdurmak için 1975’te petrolü silah olarak kullanmışlardı ve etkili de olmuştu. Neden aralarında ekonomik birliktelik sağlayıp direnmiyorlar. Amerika’ya, İsrail’e neden ambargo uygulamaya yanaşmıyorlar? İnsanların öldürülmelerine, köylerinin, kentlerinin yıkılmalarına neden sessiz kalıyor ve de Birleşmiş Milletlerde etkili olamıyorlar? Kimse rahatının bozulmasını istemiyor. Kutsallık hikaye…

İnsan ister istemez soruyor: Çin, Rusya, Hindistan, İngiltere, Fıransa, Japonya neden susuyor? Bu dünya iki korkunç savaş yaşadı, milyonlarca insanın, çoluk çocuğun ölmesine neden oldular, bir üçüncüsünü yaşamayı kaldıramaz. Ama binlercesi ölmeye devam ediyor.

Katiller kim? Sömürücüler, Başkanları ve Amerika halkı, Netenyahu ve İsrail halkı…
Bu halklar istedikleri takdirde, diğer halkları da yanlarına alarak dünyaya bela olan bu katillerden kurtarabilirler. Katilleri iş başına nasıl getirmişlerse, yine kendileri “verdikleri yetkiyi” geri alabilirler..

Bu dünyadan Yezitler, Ebu Caferler, Neronlar, Hitler, Musoliniler, Stalinler gelip geçti. Onlar da geçecek, çok acı sonlarla…

“Sizin olmasın, benim olsun; yaşamak sizin değil, bizim hakkımızdır” düşünce ve inancıyla dünyayı kana buladılar, gözlerini kırpmadan insanları öldürdüler, zindanlara attılar, sürgüne gönderdiler, zehirlediler, fırınlarda yaktılar. Bunlar hasta ruhlu sadistlerdir. Her gün yargılanıp darağacına çekilecek olan bunlardır. Başka katil aramaya gerek var mı?

Dünya, insanlık ne çekiyorsa bunlardan çekiyor. Onları ‘kutsallaştıran’ geri zekalılardan çekiyor. Ve terör… İnsanlığın en büyük düşmanı ister devlet terörü olsun, isterse güçlü devletlerin kurup yönettiği ve toplumların başına bela ettiği, çıkarlarınca kullanıldığı örgütler osun… Her katil insanlık düşmanıdır.

Canlıları öldüren, havayı suyu kirleten, yaşama ortamını yok eden, canlıya yaşama hakkı tanımayan herkes de katildir.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…