Kişisel ve ağırlıklı olarak sosyal/toplumsal ilişkiler bir yapaylık düzleminde evrilirken ciddi davranış bozuklukları da hızla artma eğiliminde. Psikolojik ya da fizyolojik bir alandan, tıp biliminden söz etmek beni aşar. Sözüm bu alana yönelik değil. Bir eğitimci, biraz da iddialı bir gözlemci yanıyla konuya yaklaşarak ve de toplumsal dönüşüme/bozulmaya sadece üzülmekle ve seyirci kalmayıp katkı sunmak isteyen bir yurttaş olarak sesli düşünmek istedim. Vasat üstü bir zekâ-kavrayış-algı sahibi insanın/insanların rahatlıkla görüp, tanık oldukları durumlardan ve bunlara yönelik bir teslimiyet ya da tepkisizlikten söz ederek paydaş bulmak, paydaş genişletmek muradım. Elbette tepkinin yanında çözüme ilişkin öneri geliştiren çevrelere de kendimce motivasyon katkısı olur düşüncesiyle.
Öncelikle toplumsal yapımızı; mahalle kültüründen tutunuz, gelenek-göreneklerimize dek, dayanışma-paylaşım-imece gibi duygu ve eylemliliklere varıncaya dek köreltilen dokumuz kültürel ve etik olarak uzun yılların saldırılarından sonra “iğdiş” edildi diye değerlendiriyorum! Bu “ağır” ama sorumlu saptamayı yapmadan köktenci bir rota/izlence oluşturulamaz diye düşünüyorum. Çünkü bunun asıl kaynağı ve nedeni kuşkusuz siyasi bir tercihtir. Bu siyasi tercihin de son çözümlemede Cumhuriyetin antitezi olduğu görülmelidir! Nasıl ki Kuruluş ve Kurtuluş bir siyasi irade ve tercih ise; nasıl ki Cumhuriyet bir siyasi irade ve tercih ise toplumsal sorunların çözümü de siyasi bir tercih öngörü/ufuk sorunudur. Ancak unutulmamalı ki kimi siyasi tercihler, sosyolojinin dayattığı zorunluluk olarak toplumların karşısına çıkar. Bu zorunluluklar aynı zamanda tarihsel fırsattırlar ve toplumların karşısına çok sık çıkmazlar; değerleri ve önemi çok iyi bilinmeli!
O nedenle “palyatif” sayılan, günü/dönemi kurtarmayı öteye geçmeyen/geçemeyen söylem-eylem-izlenceler büyük kırılmaları durduramaz, yeni bir rota oluşmasına da olanak sağlamaz diyoruz. Ve yine o nedenle birilerine çok ürkütücü gelse de “demokratik siyaset”in dışında tutulmaya çalışılan köktenci/radikal izlence ve çözüm artık kararlılıkla dillendirilmeli ve siyaset kurumuna eklemlenmeli ısrarını yineliyoruz!
Köylerimizin eğitim-sağlık hizmetlerinden uzak tutularak, tarım ve hayvancılığın değersizleştirilip yok edilmesiyle kentimsi yerleşim alanlarına göçün desteklenmesi, dönüşümün ilk önemli ayağıydı. Özellikle halkçı-kamucu-laik-parasız-nitelikli eğitime vurulan darbeler “sürüleşen kitlelerin” önünü açtı! Giderek siyaset kurumunun çoğunlukla taşra ve kimi merkez örgütlenmelerinde rahatlıkla yer bulmaya ve etkin olmaya başlandı. Dahası siyasetin yanında kültür-sanat ve yazın dünyasına da gecikmeden el atarak “yandaş” çevrelerce desteklenip güçlendiler. Bu süreç işletilirken “her yol mübah” anlayışı küstahça yeğlendi. – “Sürüleşen kitleler” sözüm toplumun hiçbir kesimini küçümsemek ya da herhangi bir hakaret anlamı/amacı taşımamaktadır; sosyolojik bir terminolojidir, özellikle vurgulamak isterim.-
Ucuz işgücünün şehre/kente akıtılması küçük ve montaj sanayisini biraz büyütmüş olabilir. Ancak uzun erimde, günümüzde yaşandığı gibi büyük köy kentlerin oluşmasına ve giderek artan işsizliğe ve merdivenaltı ya da yasadışı oluşumların önlenemez yükselişine yol açmıştır. Bu, bozulmanın da ekonomik-kültürel temelini oluştururken özellikle belediyelerde ve kamu kuruluşlarında, devlet aygıtının birçok makamında ayrımcılığı, kayırmacılığı, hukuksuzluğu/yasadışılığı da besleyip büyütüp başlı başına bir “sistem” / “çark” durumuna yükseltti.
Bu çarkın içinde yaşam bulmak, barınmak, sırası gelince yükselmek kimi davranış ve sözleri de becerebilmekten geçiyordu artık. Pek samimi olmayan gülücükler saçan ve bir “arka planı” olan duygu ve düşünceler/ “birtakım hesaplar”, geri zekalı olmayan, davranış biliminden biraz haberli, düşünen-sorgulayan ve toplumsal sorumluluk taşıyan bireylerce hemen “yakalanan” oldukça ikiyüzlülük yansıtan bir davranış/tutum bozukluğundan söz etmek hiç de abartı olmasa gerek.
Sahte gülücüklere ve sahiplerine kanım hiç ısınmaz örneğin. Belki bu sahtelik, hadi ılımlı olayım “yapaylık” diyeyim anlamayana hoş gelebilir ama bana işkence; kusura bakılırsa da bakılsın, yüreğim de kaldırmıyor beynim de kabul etmiyor. Aynı biçimde “dostluk”, “kardeşlik”, “barış” söylemini dilinden düşürmeyen kimi ağızlar da benim için çok güvenli değiller şu dönemde. Yani baskı ve kaba güce çok karşı olduğunu söyleyen nice “demokrasi” savunucuları toplumda şiddeti siyasi ve kültürel olarak kurumsallaştırarak bir piramit oluşturmadılar mı? Bu paralel yapı giderek devlet aygıtını ele geçirip kendi “hukuksal”- “yasal” hiyerarşisini oluşturmadı mı? Bu piramidi yok etmeye/yıkmaya çalışırken bilerek ya da bilmeden yeni piramitlerin temelini atıyor olmasın birileri!
Sadece siyaset dünyasında karşımıza çıkmayan, sosyal yaşamın değişik alanlarında/ilişkilerinde kendini çok açık ortaya koyan bir “banallık”, belki de “nobranlık” … Tanımlama bana düşmez ama bir düzeysizlik, bir sahtelik, bir “rol” çabası, bir “görev aşkı” vb. davranışları, sözleri… Siyasal-kültürel-sanatsal sorumluluk taşıması gerekenlerce öne çıkan bu söz ve davranış/eylem tutarsızlığı, toplumun daha sıradan diye tanımlanan kesimlerince örnek alınmakta. Böylece bütünüyle topluma, toplumsal yapıya etki etmekte. Köyde -köy yok ya! –, kasabada, şehirde/kentte sokağa çıktığımız her yerde bizi karşılayan örnekler bolca yaşanır ve kanıksanırken hem de.
-Yarınlar Güzel Olacak-