“Emanetleri ehline veriniz, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adalet ile hüküm veriniz” (Nisa/58)  Sadece bu ayetin anlamını idrak eder, yaptıklarımızı bu ayetin mihenk taşına vuracak olursak, acaba vicdanımızın sesini dindirebilecek gücümüz olacak mı? Elimize yetki geçtiği zaman bu ilahi emri unutup, nefsimizin ego ve ihtiraslarına göre hareket ettiğimiz müddetçe, kısa bir zaman aralığında dünya nimetlerinden bolca yararlanmamız acaba bizlerin iyi insan olduğumuzu göstermeye yeterli midir? Yüce Allah; inanmayanları da geçici bir süre için dünya nimetlerinden yararlandıracağını buyurduğuna göre, bolca dünya nimetine sahip olmak, Allah’a iyi kul olmak için yeterli midir?

Her gün; yalanın, zinanın, ribanın ve haramın cazibesine kapılıp günümüzü gün etmeyi kazanım sayanlarımız acaba neyine güvenmektedirler! Gıybet etmeyi siyaset, dedi-kodu, yale-maneyi sohbet zannedenlerimiz inançlarımızın neresinde olduğunun farkında mıdır? Varsayalım ki, eleştirdiğimiz insanların eksikleri var, kendimizin hangi fazlası, insanları kendilerinin olmadıkları ortamlarda değerlendirme yetkisini bize veriyor! Hal böyleyken bu gün en fazla yaptığımız gıybet değil midir? Muktedir olanların güçlerini adaletsiz olarak kullanmalarında bizim hiç mi eksiklerimiz yoktur? İnsanlar layık oldukları yöneticiler tarafından yönetileceklerine göre, eleştirdiklerimizin düzelmesi için öncelikle bizlerin, iyi birer insan, örnek vatandaş ve ihlaslı Müslüman olmamız gerekli değil midir?

Son on yılda ülkemizde sadece 250 bin çocuğun istismara uğradığını resmi rakamlar açıklamaktadırlar! Bunun yanına diğer kötülükleri de eklediğimiz zaman acaba bizler nasıl bir toplumsal yapı oluşturduğumuzu anlayabilecek miyiz? Bu nasıl bir inançtır ki; hiç birimizi hiçbir kötülükten alıkoymuyor! Birbirimize karşı sıkılı tuttuğumuz yumruklarımız için harcadığımız enerjinin çok azını, dostluklarımızın çoğalması için neden kullanmak istemiyoruz? Neden en basit bir zan ile hareket edip, en değerli dostlukları bir anda anlamsız kılabiliyoruz? Niçin kana, en çabuk karışan ürünün gülümseme olduğunu hatırlamak istemiyoruz?

Neden sadakalarımızı bile; kendilerini Allah yoluna adamış fakirlere değil de, en kalabalık ortamlarda başkaları görsün diye sıradan insanlara vermeyi ibadet zannediyoruz! Niçin Cenabı Hakkın Kur’an da verdiği onlarca örneğin günümüz insanını yakından ilgilendirdiğini ve bilgilendirdiğini bir türlü anlamak istemiyoruz! Zenginlerimiz niçin, Ramazan kumanyası adı altında, sözüm ona zekât dağıttıklarını zannedip, insanlarımızın gururunu rencide ediyorlar! Zekât belli yerlerden, belli fiyatlardan ve belli kaliteden alınıp, kutulara doldurulan, çoğunun da kullanım süresi dolmuş gıda malzemelerinin yerleşim alanlarında kendi siyasi görüşündeki ailelere, ihtiyacı olsun-olmasın dağıtılması mıdır? Tarih böyle bir zalimliğe şahitlik etmiş midir acaba?

Bütün bunlardan sonra; “dünyada dinini bilmeden, ona inanan tek millet” oluşumuzun sebebini daha iyi anlamış olmuyor muyuz? Ortalama seksen yıllık ömrü boyunca, kendi kutsal kitabını bir kere dahi olsun mealen okuyup; kul olmanın sorumluluklarını, ceza ve mükâfatlarını öğrenmek için elini kıpırdatmayanlarımız yarın öteki dünyada bunun hesabının verilmeyeceğini mi zannediyorlar!

Bir gün gibi gelip geçecek, bir ömrün hesabını vereceğimiz o dehşetli kıyamet gününü düşünüp, bu günden tezi yok, kitabımızı okumaya başlayalım, okuyanlarımız tekrar okusun, tekrar okuyanlarımız da tekrar okusun! Zaten dinimizin ilk emri oku değil mi?

Amacımız hasbıhal olmaktı, sürçülisan eylediysek af ola!