İran-İsrail çatışması, tarihin rutin diplomatik gerilimlerinden biri değil. Bu savaş, artık alttan alta kaynayan çok kutuplu dünyanın fay hatlarını açıkça gözler önüne seriyor. Sadece İsrail ve İran’ın değil; Amerika’nın gölgesinin, İslam dünyasının sessizliğinin, Batı’nın ikiyüzlü demokrasi söyleminin, Çin ile Rusya’nın hesaplı suskunluğunun ve en önemlisi Türkiye’nin gelecekteki pozisyonunun da savaşın görünmeyen taraflarını oluşturduğu bir dönemeçteyiz,
Bu savaşta Amerika’nın rolü asla dolaylı değildir. İsrail’in askeri gücünün ve siyasi dokunulmazlığının arkasında duran en temel güç, ABD’dir. İran’ın vurulduğu her noktada, Amerikan çıkarlarının nefesi hissedilir. Nükleer silah bahanesiyle İran’a uygulanan yaptırımlar ve “terörle mücadele” adı altında bölgede kurulan üsler, aslında büyük İsrail projesine stratejik zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramamıştır. ABD’nin bu savaşta tarafsız olmasını beklemek, silahı verenin, tetiği çekenle aynı suçtan yargılanmayacağını düşünmek kadar saftır.
Bu savaşın en acı veren yönü, İslam ülkelerinin neredeyse tamamının sessizliğidir. Kimi körfez ülkeleri ekonomik çıkarları uğruna İsrail’le normalleşme sürecine girmiş, kimileri kendi iç sorunlarına gömülmüş, kimileri ise Batı’nın “ılımlı İslam” çerçevesine hapsolmuştur. Gazze’de taş üstünde taş kalmazken sadece lanet cümleleri kuran bir İslam dünyasından, İran vurulurken elini taşın altına koymasını beklemek, siyasi akıl değil duygusal bir hayaldir. Bu sessizlik bir taktik değilse, derin bir vicdan krizinin ve parçalanmış ümmetin göstergesidir.
Batı’nın demokrasi ve insan hakları söyleminin, bu savaşta bir kez daha açıkça yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Ukrayna’ya akan silahlar, İran’daki sivil kayıplara karşı sessizliğe dönüşünce anlıyoruz ki demokrasi, Batı için sadece Batı’nın işine geldiğinde geçerli bir değer. İsrail’in sivillere yönelik saldırıları görmezden gelinirken, İran’ın savunma refleksleri terör faaliyeti olarak yaftalanıyor. Bu, Batı’nın sözde değerlerinin artık hiçbir ahlaki geçerliliği kalmadığını göstermektedir.
Dünyanın doğusundaki büyük güçler, bu savaşta beklenen çıkışları yapmadılar. Çin, ekonomik çıkarlarının zarar görmemesi için “denge politikası” izliyor; Rusya ise Ukrayna savaşında Batı’nın İsrail kartını oynamasını istemediği için kontrollü sessizliği tercih ediyor. Ancak bu stratejik sessizlik, bölgede yeni bir düzen kurulurken doğrudan etkisiz kalmak anlamına geliyor. Çin ve Rusya, bu savaşta masaya geç oturursa, bölgedeki yeni dengeleri ABD ve İsrail belirleyecektir.
Türkiye, savaşın başından itibaren net ve kararlı açıklamalar yaptı. Ancak şu bir gerçek: Türkiye’nin söylemleri güçlü, ama etki alanı sınırlı kalıyor. Çünkü içeride ekonomik kırılganlık ve adaletin siyasallaştığı iddiaları, dışarıda çok yönlü diplomatik baskı Türkiye’nin manevra alanını daraltıyor.
Ancak şunu unutmamak gerekir: Türkiye, tarihsel ve jeopolitik olarak bölgenin kilit aktörüdür. İran devre dışı bırakılırsa, sıradaki “engel” Türkiye’dir. İsrail’in bölgede hakimiyet kurma senaryosunda Türkiye, “Arz-ı Mev’ud” haritasının doğrudan karşısında duran tek ciddi güçtür. Bu sebeple Türkiye’nin etkili söylemleri ve politik duruşu, sadece İsrail için değil, onun arkasındaki güçler için de uzun vadede bir “tehdit” olarak algılanmaktadır.
İsrail bu savaştan galip çıkarsa –ki galibiyet askeri değil, stratejik üstünlük anlamında okunmalıdır– sıradaki çatışma alanının Türkiye olma ihtimali oldukça yüksektir. Zira Türkiye, ne Araplar gibi sessiz, ne İran gibi yalnız, ne de Avrupa gibi vicdansızdır. Bu denklemin dışına itilmek istense de, Anadolu coğrafyası bu denklemde belirleyici olmaya devam edecektir.
Son savaşın Türkiye ile olacağı yönündeki kehanetler, artık yalnızca spekülatif değerlendirmeler değil; gerçekçi jeopolitik senaryolardır. Bu yüzden Türkiye’nin bu süreçte sözünü sadece dünya kamuoyuna değil, kendi içindeki birlik ve kararlılığa da yönlendirmesi gerekir. Çünkü bu coğrafyada barış, ancak güçlü ve ilkeli bir Türkiye ile mümkündür.
Son savaşın, İslam dünyasının son kalesinde, yani Anadolu’da olacağı güçlü ihtimaline karşı slogan üretmek yerine en güçlü şekilde hazırlanmalıyız. Dört bir yanımızın, şimdiden Amerikan üstlerince çevrilmesinin sadece bir askeri meşguliyet değil, vatanımıza yönelik ciddi bir tehdidin olduğu anlamında düşünmeliyiz
Yarın çok geç olabilir.