SOSYAL MEDYA ÇIKTI MERTLİK BOZULDU
Trabzonspor–Alanya maçı öncesinde kaleme aldığım bazı değerlendirmeleri hem gazete sayfamda hem de sosyal medyada paylaşmıştım. Maçtan sonra başlayan yoğun saldırganlık ve linç dili ise beni derinden üzdü. Eleştiri elbette olur, hatta gereklidir; ancak eleştirinin sınırını aşarak hakaret, küfür ve insan onurunu hedef almak ne insanlığa, ne spora, ne de Trabzon kültürüne yakışır.
Fatih Tekke’ye veya herhangi bir hocaya futbol adamlığı üzerinden eleştiri getirilebilir. Eksik görülen noktalar elbette konuşulur. Fakat “hiçbir şey bilmiyor”, “hoca değil” gibi sözlerden başlayıp kişilik haklarına saldırıya dönüşen yorumlar; aynı şehrin insanının, aynı renklere gönül veren taraftarların üslubuna sığmaz. Futbol üç sonuçlu bir oyundur: kazanırsınız, berabere kalırsınız veya kaybedersiniz. Hangi sonuç olursa olsun saygı duymayı, hakkaniyetli olmayı ve emeği küçümsememeyi bilmeliyiz.
Bir hafta önce Galatasaray maçında teknik ekibi ve oyuncuları göklere çıkarıp, bir hafta sonra bir kötü sonuç sonrası yerin dibine sokmak; tutarlılıktan, aidiyetten ve taraftarlık kültüründen uzak bir tavırdır. Unutmayalım: Aynı kadro, benzer sürelerde 5 farklı teknik adamla çalıştı. Bu isimlerin içinde Dünya üçüncülüğü yaşatmış Şenol Güneş de var, takıma şampiyonluk kazandırmış Abdullah Avcı da. O gün alkışladığımız isimleri bugün yerin dibine sokmak bize yakışmıyor.
Uğurcan’ın yaşadıkları da bunun bir örneği… Hem şampiyonlukta pay sahibi olmuş, hem de kulübe rekor düzeyde ekonomik katkı sağlamış bir oyuncuya yapılan ağır hakaretler, insanlığa sığmaz. Klavyenin başına geçip ismini soyadını doğru yazamayanların kabadayılık yapması, racon kesmesi, futbol dehası gibi ahkâm kesmesi acı bir tablo. Taraftarlık önce aidiyet ister; sevgi ve vefa ister. Ailenizde biri hata yaptığında küfür mü ediyorsunuz, yoksa destek mi oluyorsunuz? İşte mesele tam da bu. Ve asıl sorunun altını çizmek gerekirse…
Öyle görünüyor ki “gerçek taraftarlık kültürü”ne ulaşmamız için daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor. Dünyadaki büyük taraftar kültürlerine baktığınızda, takımlarının hangi ligde olduğu, kaçıncı sırada yer aldığı hiç fark etmez. Önemli olan, o takımın yanında durmaktır. Başarı da başarısızlık da desteklerini azaltmaz; aidiyet duygusu her şeyin üzerindedir. “You’ll Never Walk Alone” sadece bir slogan değildir bir kültürdür.
Aslında çok uzağa gitmeye de gerek yok. Türkiye’de de bunun örnekleri var:
Eskişehir, Sakarya, Kocaeli… Hele Bursaspor:
Süper Lig’de 40 bin kişiyle tribünleri dolduran taraftar, takım BAL Ligi’ne düştüğünde bile aynı coşku, aynı sadakat ve aynı tribün gücüyle yanında oldu. Maddi manevi desteğini hiç kesmedi. İşte gerçek taraftarlık budur.
Bizde ise işler yolunda giderken “dünyada aynı şehrin takımını en çok sahiplenen taraftar biziz” diye böbürlenenler, iki kötü sonuçta tribünleri boş bırakıyor. Hani “Bize Her Yer Trabzon’du? Hani “Büyük taraftar”dık? Ne yazık ki bu sadece işler iyi giderken geçerli…
Bu noktadan bir an önce çıkmak zorundayız. Tribüne gidip maçı medenice izlemek, futbol adamlığına yakışır şekilde eleştiri yapmak ve daha iyi olması için destek vermek zorundayız. Futbol, namus meselesi değil, bir oyundur. İnsanı insan yapan ise kazanırken de kaybederken de duruşunu koruyabilmesidir.
Lütfen biraz saygı… biraz sevgi… biraz hoşgörü… biraz nezaket…
Sonuç ne olursa olsun, hiçbir maç, hiçbir skor, hiçbir teknik adam veya futbolcu; bir insanın kalbinden, onurundan, ailesinden ve insanlığından daha değerli değildir.
Ve en son olarak:
Bu kente ne oldu böyle?
Bir dönem sporun, özellikle futbolun tarlası gibiydi; teknik adamların en yoğun olduğu Süper Lig’de, alt liglerde her takımda en az birkaç Trabzonlu futbolcu vardı.
Şimdi neredeyse hem teknik adamlık hem de futbolcu noktasında yeller esiyor.
Lütfen biraz hassasiyet, biraz empati.